Karadeniz İsyandadır’ın 1-9 Ağustos günleri arasında düzenlediği “Doğal Direniş” sayesinde Karadeniz’de ne denli büyük bir ekolojik tahribatın yaşanacağını hep birlikte gözlemleme fırsatı bulduk.
Yazı: Burak Özgüner | Bianet | 22 Ağustos 2015
Karadeniz İsyandadır’ın düzenlediği “Doğal Direniş”e*, diğer yaşam savunucuları ile birlikte, hayvan özgürlükçüler olarak katılıp yıllardır Karadeniz’de neye karşı çıkıldığını, direnildiğini bir kez de gözlerimizle görmek istedik. Karadeniz, gözünü para hırsı bürümüş sermaye gruplarının ve bu imtiyazlı grupların koruyucusu olan devletin açtığı bir rant kapısı haline gelmiş durumda. Karadeniz’deki ekoloji mücadelesi ise büyüyerek devam ediyor…
Öncelikle Karadeniz İsyandadır Platformu’ndan dostlarımıza, bu kadar anlamlı bir direniş ziyaretini, “Doğal Direniş”i düzenledikleri için teşekkür etmek gerek. Bu coğrafyada devletin ve ana akım medyanın, insanların bağlarını birbirinden ısrarla koparmaya çalışmasına rağmen, Karadeniz İsyandadır’ın düzenlediği “Doğal Direniş” sayesinde Karadeniz’de ne denli büyük bir ekolojik tahribatın yaşanacağını hep birlikte gözlemleme fırsatı bulduk. Farklı pratiklerden gelen onlarca insan, Karadeniz’de devletin ve sermayenin rant odaklı projelerinin hedefi haline gelen yerlerde olanlara tanıklık etti ve katledilmek istenen, doğaya karşı işlenen suçları bizzat görmüş oldu.
Samistal Yaylası
“Doğal Direniş”, “Yeşil Yol” projesiyle gündeme gelen, Rize’nin Samistal Yaylası’ndaki direnişi ziyaret etmemizle başladı.
Samistal, 2 bin 650 metre rakımı olan, doğanın tamamen korunduğu, aralarında endemik türlerin de olduğu onlarca bitki ve hayvan türüne yuva olan bir yayla, doğal alan, mevzuata göre hiçbir şekilde müdahale edilemeyecek durumda olan bir milli park… Samistal Yaylası’nda başlayan direnişin ilk günlerinde gerek Fırtına İnisiyatifi, gerek Karadeniz İsyandadır’dan dostlarımız ve gerekse medyada yer bulan haberlerden öğrendiğimiz ayrıntılar ile devletin öve öve bitiremediği “Yeşil Yol” projesinin hiç de masum olmadığını zaten anlamıştık. Bu projenin masum olamayacağını “Doğal Direniş” boyunca gözlemlediğimiz ve deneyimlediğimiz pratiklerle bir kez daha görmüş olduk. Üstelik devlet, bu doğa katliamını “Yeşil Yol” ile de sınırlandırmıyor, “Yeşil Yol”un devamı olarak “Mor Yol”, “Mavi Yol” projelerinin geleceği duyuruldu. Devlet, işlediği bu suçları, rengarenk boyayarak sözde sevimlileştirdiği bu projelerde, tamamen yalan dolandan, ranttan, sonuçları itibarı ile sayısız ağacın, bitkinin yok edilmesinden ibaret olan ve binlerce yaban hayvanının kanının bulaştığı diğer projelerde olduğu gibi, yine bildik hilelerle, hukuksuzluklarla karşımıza çıkıyor. “Yeşil Yol”u Çevresel Etki Değerlendirme (ÇED) raporundan muaf tutmak için projeyi 19 kilometrelik parçalara ayırmış olmaları da bunun bir göstergesi. 20 kilometreyi geçen projeler ÇED raporuna tabi oluyor.
“Yeşil Yol” yeşil falan değil”
Tüm hukuksuzluğa rağmen, “Yeşil Yol” belası hâlâ gündemde maalesef…
“Yeşil Yol” yeşil filan değil, yaylalara köylülerin istediği anlamda yol filan getirmeyecek; inşa edeceği yollarla bölgeyi imara açacak, doğayı talan edecek, yaban hayvanlarının yaşam alanlarını işgal edecek, bölgedeki maden sondaj ve enerji projelerine zemin hazırlayacak, bu projelerin artıklarını taşımak için bu yolları kullanacak. Buna, istedikleri kadar yasal desinler, yaptıkları yasal düzenlemelerin bile evrensel hukuk ilkeleriyle alakası yok; bu projeler de bu projelere yasal zemin hazırlamak için güncellenen mevzuat da başlı başına hukuka aykırı. İdarî yargı kararlarının ısrarla uygulanmayışı da zaten bunu göstermiyor mu?
Ziyaretimiz sırasında konuştuğumuz, dertleştiğimiz yöre halkının anlattıkları, devletin bugüne kadar zaten orada yaşayan insanları unutmuş olduğunu, aslında unutmadığını, o insanların devletin umurunda olmadığını bizlere gösterdi. Bir köy ziyaretimizde, seneler boyunca evine su getirmek için başvurmadığı merci kalmayan yaşlı bir adam, 600 metre yükseklikteki bir su kaynağından evine su getirmek için tamamen kendi imkânlarıyla uğraşıyordu. Şu anda “yaylalara yol getireceğim” bahanesi ile yola çıkan devlet, neden vatandaşının su erişimine olan talebini yıllardır gözardı etti, hâlâ da etmeye devam ediyor diye düşünmek lazım. Devletin, birilerinin derdini umursaması için işin içinde illa rant olması gerekiyor, rant olmadığında itina ile insan süründürür devlet…
Direnişe katılanlara gözdağı
Fırtına İnisiyatifi’nin başlattığı “Yeşil Yol”a karşı direniş ise, daha önce birçok direnişte olduğu gibi, devletin her türlü imkânıyla, yaratmaya çalıştığı bilgi kirliliği ile engellenmeye çalışılıyor. Bu süre zarfında, direnişi örgütleyen, direnişe destek veren insanların pansiyonları mühürlendi; devletin propaganda aracı olarak görev yapan anaakım medya tarafından, bu insanlar hakkında son derece çirkin olan imalarda bulunuldu, bu şekilde hedef şaşırtılmaya çalışıldı. Hükümete yakınlığı ile bilinen medya organları, alışıldık taktikleriyle, medya etik ilkelerini ayaklar altına alıp devletin sebep olduğu ve üstü kapatılamayacak kadar ayan beyan ortada olan bu katliam projesini eleştirmek yerine direnişçileri hedef haline getirdi.
Burada hukukun kimden yana olduğunu, Türkiye’de aslında var olmayan hukukun, kimin aracı haline geldiğini sorgulamak gerekiyor. Yıllardır bölgeye dair şehir planları gündeme getirilmediği için, bürokrasinin deyimiyle “usulsüz” çalışan pansiyonlara yıllarca göz yuman devlet, direnişin başlamasıyla bu pansiyonları mühürledi, direnişe katılan işletmecilere gözdağı vermek için idarî para cezaları uyguladı.
Peki hukuk?
Yargı organlarının yürütmeyi durdurma ve iptal kararlarına rağmen, Türkiye’nin dört bir yanında, usulsüz bir şekilde ya da kılıfına uydurulmuş bir şekilde sürdürülen enerji santralleri, maden tetkik ve sondaj çalışmaları ve doğaya, yaşama düşman olan, milyon dolarlık bütçeleri olan dev sermaye gruplarının birçok projesindeki hukuksuzluk için kılını kıpırdatmayan devlet, doğaya zarar vermeyen ancak bizzat hukuk tarafından tıkandığı için mevzuata tam uygun bir şekilde çalışamayan küçük aile işletmelerinin kapısına mühür vuruyor.
Bu ikiyüzlülüğü her yerde teşhir etmek gerekiyor. Devlet, bugün hukuku bir silah, cezalandırma aygıtı olarak kullanıyor. İşine geldiğinde hukuku devreye sokan devlet, yeri geldiğinde hukuku büyük bir azimle devreden çıkartmaya, himayesi altına aldığı bir avuç imtiyazlının ticari menfaatlerini korumak için her türlü imkânını kullanmaya devam ediyor.
“Yola değil talana karşıyız”
“Doğal Direniş” ziyaretimize dönecek olursak, Samistal Yaylası’ndaki son günümüzde, sabahın erken saatlerinde yola çıktık, yaklaşık dört buçuk saat süren yürüyüşümüz sonunda Yukarı Kavrun Yaylası’na ulaştık.
İş makinesi, projenin Yukarı Kavrun’daki kısmına başlayacak gibi olmuş ancak köylülerin direnişi ile karşılaşınca çalışmayı durdurmuştu. Yukarı Kavrunlu bir arkadaşımız, proje ile ilgili açıklama yaparken “Yaylalara yol getirilmesine karşı değiliz, ‘Yeşil Yol’ adı altında yaylaların, doğanın talan edilmesine karşıyız” diyordu.
Samistal Yaylası’ndaki dostlarımız da aynı şeyleri söylüyordu. Yıllardır yaylalarda oturan, geçimini sağlayan insanların bu karşı çıkışına, devletin neden kulak vermediğini anlamak mümkün değil diyemeyeceğim artık, çünkü devlet ve hükümet için rant her zaman çok daha ağır bastı.
Bunu doğaya tecavüz eden, talancı, işgalci ve rant kokan tüm projelerde gördük.
Kapalı kapılar ardında alınan kararlarla, yapılan pazarlıklarla, parlamentoda bir gecede kabul edilen kanun tasarı ve teklifleri ile devlet, canlı yaşamına olanak sağlayan, canlılara yuva olan hektarlarca ormanı, doğayı hiç gözünü kırpmadan gözden çıkarabiliyor ya da türlü bahanelerle yangın çıkartıp yangına müdahale etmiyor ya da yaşama zararlı olduğunu bile bile her türlü yasal düzenlemeyi hazırlayıp yürürlüğe koyuyor ya da doğanın lehine verilen yargı kararlarını uygulamıyor. Bu kararların uygulanması için harekete geçen köylüler, yaşam savunucuları direndiği anda eli silahlı, coplu kolluk kuvvetlerini vatandaşına saldırtıyor, adeta vatandaşlarına karşı savaş taktikleri uyguluyor.
Rant odaklı devlet
“Doğal Direniş”in son günlerinde Fatsa’da siyanürlü altın madeni sondaj projesine karşı çıkan insanlara, jandarmanın ne derece düşmanca saldırdığını gözlerimizle gördük. Devletin düşmanlık hukukunu bizzat yaratıp uygulamaya koyması, yaşayan her türlü özneye ve yaşama düşmanca saldırması, devletin meşruiyetini ortadan kaldırıyor. Devleti yönetmeye talip olan ve aslında bir yalandan ibaret olan demokrasinin sözde araçlarıyla seçilen hükümet, yaşama düşman, sermayeye dost politikaları ve stratejileri hayata geçirip uygulamaya koyduğunda onun da bir meşruiyeti kalmıyor. Her iki yapılanma da kurumsal şiddeti ile yaşama, doğal alanlara saldırıyor; binlerce yaban hayvanını zorunlu göce tabi tutuyor, katlediyor, yaşam alanlarını talan ediyor ve her şeyi paraya tahvil ediyor. İnsanmerkezci, uygarlık sevdalısı ve rant odaklı devlet, dünyayı daha yaşanmaz bir hale getiriyor.
Ve Arhavi
Kavrun Yaylası’ndan sonra, başı HES’lerle yıllardır belada olan ve bitmek bilmez hukuk mücadelesi ve doğanın savunulması konusunda gösterdikleri olağanüstü çaba ile tanıdığımız Arhavi’yi ziyaret ettik. Arhavi’ye giderken, bir “turizm harikası” olarak devletin lanse ettiği Ayder Yaylası’ndan geçtik. Ayder Yaylası, akın akın turistin doldurduğu, doğasının tahrip edildiği, her yerin betonarme “modern” binalarla kaplandığı bir yer haline dönüşmüş, dönüştürülmüş. “Yeşil Yol” projesinin hayata geçirilmesi halinde doğası tamamen korunmuş o yaylalar da bir bir Ayder Yaylası’na benzer bir silüet alacak ve doğasına tam anlamıyla tecavüz edilecek. Sonuç olarak Ayder’de övünülecek bir şey göremedik, başından sonuna kadar üzerinden para kazanılacak, doğallığını yitirmiş bir toprak parçası haline gelmiş Ayder…
Ayder’ın faunası hakkında yaylaya dikilmiş olan bilgilendirme tabelasında yer alan boz ayı da eminim çoktan Ayder’i terk etmiştir.
Binlerce imza
Arhavi’de ise Arhavi Doğa Koruma Platformu’nun misafiri olduk, büyük bir incelikle düşünüp biz hayvan özgürlükçüler için vegan börekler yapmışlardı. Arhavililerle bölgedeki ekolojik tahribatı ve bu yıkıma karşı birlikte neler yapabileceğimizi konuştuk. Arhavililere eşlik eden ve tüm Türkiye’de verdiği ekoloji mücadelesi ile tanıdığımız avukat Yakup Okumuşoğlu, Arhavi’de yıllardır verdikleri hukuk mücadelesini anlattı.
Toplanan binlerce imza, açılan davalar, yapılan yaklaşık bine yakın bilgi edinme başvurusu ve itirazlar, kazanılan davalar, yerelde sürdürülen mücadele…
Olağanüstü bir çaba ile sürdürülen bu mücadele hepimize kesinlikle umut verdi. Her türlü çabaya, kazanılan davalara rağmen MNG Holding, yakasına yapıştığı Arhavi’den bir türlü kendini koparamamış, demek bu kadar yüksek bir rant kapısı olarak görmüş Arhavi’yi. Yargı kararına rağmen usulsüz bir şekilde bölgede faaliyet gösteren MNG Holding için, birkaç gün önce nihayet Artvin İl Çevre ve Şehircilik Müdürlüğü, şantiye alanını boşaltması yönünde karar vermiş. Yıllardır Arhavi’nin yakasından düşmeyen holding, sanırım en sonunda orayı terk etmek zorunda kalacak, en az bir yıl da yaklaşamayacakmış. En az bir yıl değil, sonsuza kadar yaklaşamamasını umuyorum. Doğa düşmanı, işgalci tüm şirketler gibi, MNG’nin de savunulacak hiçbir yanı yok.
Arhavi’den sonra Artvin Cerrattepe’de yıllardır süren altın madenine karşı direniş alanını ziyaret ettik. Cerrattepe’den sonra ben mecburen ayrılmak zorunda kaldım ancak yaşam savunucusu birçok arkadaşımız yoluna devam etti. “Doğal Direniş”in bundan sonraki etabında, devletin kolluk güçleri defalarca insanları taciz etti, hukuksuzluğu, usulsüzlüğü defalarca kanıtlanmış, hatta ruhsatı bile olmayan şantiyeleri, bizlere göre suç mahallerini gizlemek, korumak için devletin izlemediği yol kalmadı. İşte tüm bunlar, aslında devletin ne olduğunu bize gösteriyor…
Direniş alanları
Cerrattepe’den sonra Fatsa’da ve Tokat’ta da direniş alanları ziyaret edildi. Gördüklerim ve arkadaşlarımla konuştuğum kadarı ile, devletin “el attığı” her yer, tam anlamıyla katledilmiş, işgal ve talan edilmiş durumdaydı. Her şeyin paraya dönüştürülmek istendiği günümüzde maalesef devlet, sermayenin baş koruyucusu durumda. Daha birkaç gün önce ise, “Yeşil Yol” sevdalılar, doğal yeşile değil de paranın rengi olan yeşile tapanlar, yine yaylalara saldırmaya başladı, jandarmanın etten ördüğü duvarın ardında iş makineleri çalışmaya tekrar başladı, direniş ise sürüyor, sürecek…
Karadeniz İsyandadır’ın düzenlediği “Doğal Direniş” sayesinde, hepsi farklı toplumsal mücadele kulvarlarından gelen, feminist, anarşist, sosyalist, vicdani retçi, hayvan özgürlüğü savunucusu, ekolojist ve kendisini hiçbir –izm’e bağlı tanımlamayan birçok güzel insan artık Karadeniz’de neye karşı direnildiğini çok iyi biliyor.
Şahsen ben, bu kadar eşsiz doğal bir güzelliği bozma cüretini nasıl gösterebildiklerine anlam veremiyorum. Devletin ne yapmak istediğini, halihazırda onlarca “sabıka”sı olan şirketlerin cebini doldurmak için oynadığı oyunların tümünün artık daha çok farkındayız ve her fırsat bulduğumuzda, her mecrada, Karadeniz’de hayvanı da insanı da doğayı da öğüten, birer tüketim malzemesine indirgeyen bu kötücül projelerin son bulması için elimizden geleni yapacağız. Kanlı projeleriyle binlerce yaban hayvanının, milyonlarca ağacın katili olanları, insanların yaşam alanlarını gasp edenleri artık daha iyi tanıyoruz ve mücadelemizi, hep birlikte yürüyerek genişletiyoruz. Doğa ve canlı türleri büyük bir hızla yok olurken, kaçınılmaz son daha da yaklaşırken, devletler ve şirketler, çıkardıkları savaşlarla, yaşama karşı işledikleri suçlarla, bu dünyayı bitiren suç ortakları olarak tarihe geçecek. Bizler ise Karadeniz’de, bu coğrafyada ve tüm dünyada hayvanlar, insanlar ve doğa için, yaşam için mücadelemize devam edeceğiz. (BÖ/HK)
* Bu yıl dördüncüsü düzenlenen Yaşam Yolculuğu 1-9 Ağustos tarihleri arasında yapıldı.