Çocukları neden hayvanat bahçesine, yunus parkına ve akvaryuma götürüyoruz? Akla gelen iki neden var. İlki eğitim, öğretim ve bilgilendirme amacı. İkincisi ise eğlence amacı. İlk amacın geçerliliğini çürütmek oldukça kolay, çünkü on yıllardır bu konuda birçok araştırma yapıldı. Çoğu eylem kişi için bir bilgi edinimi barındırır. Ama pedagojik açıdan çocukların tam olarak ne öğrendiği de öğrenmenin kendisi kadar önemli. Eğitimin aynı zamanda vicdani ve ahlaki değerler de barındırması gerektiğini belirtmek istiyoruz. Çocukları “hayvan hapishaneleri” dediğimiz, hayvanların esaret altına alındığı hayvanat bahçesine, yunus parkına ve akvaryuma götürerek onlara ahlaki ve vicdani olarak aslında neler öğrettiğimize birlikte bakalım.
Çocukların hayvan hapishanelerinde ne öğrendikleriyle ilgili bildiğimiz bazı gerçekler var. Çocuklar doğal ortamlarından koparılmış ya da doğal olmayan bir ortamda “üretilmiş” hayvanların esaret altında tutularak insanlar için sergilenmesinin normal olduğunu öğreniyorlar. Bir ceza yöntemi olarak kullanılan esaretin keyfi bir şekilde hayvanlara uygulandığını görüyorlar. Neredeyse hiçbir doğal davranışını sergileyemeyen hayvanlarla etkileşim içine girerek eğlenmeyi, yani başkasının acısına gülmeyi öğreniyorlar. Fiziksel olarak kontrol edebildiğimiz herkesi bir araç haline getirmemizin kabul edilebilir olduğunu görüyorlar.
Hayvanat bahçelerinin varlığını savunanların “insanların hayvanlara karşı geliştirdikleri önyargıları kırmak” veya “hayvanlar hakkında daha fazla bilgi sahibi olmak” gibi argümanlarla bu esaret merkezlerini savundukları görülür. Hayvanat bahçesine gidenlerin bazı hayvanlara karşı önyargıları değişmezken, hayvanat bahçesine gitmeyenlerle kıyaslandığında hayvanlar hakkında daha fazla bilgi sahibi de değiller (Kellert, 1979). Hayvanat bahçesine gidenler sadece yavruları, ses çıkaran, beslenen hayvanları kısa bir süreliğine izliyor ve hayvanları tarif ederken “tembel”, “komik görünüşlü”, “garip”, “sevimli” gibi sıfatlar kullanıyor; onlar hakkında görünenin dışında bilgi edinmiyorlar (Ludwig, 1981). Sanılanın aksine hayvanat bahçesine çocuğun aileyle ya da okulla yaptığı ziyaretler arasında öğrenme açısından da bir fark görülmüyor. Her iki ziyarette de çocuklar bilimsel veriye ulaşmıyorlar. İki ziyarette de hayvanat bahçelerinin varlıklarını meşrulaştırmak için kullandığı hayvanların korunması konusunda bir bilgi aktarımı olmuyor (Tunnicliffe vd., 2007). Hatta uzman bir rehber eşliğinde yapılmayan ziyaretlerde çocukların hayvanlar ve yaşam alanlarıyla ilgili düşünceleri olumsuz yönde değişim gösteriyor (Jensen, 2014). Zaten hayvanat bahçelerinde tutulan hayvanların çok büyük bir çoğunluğunun da nesli tehlikede değil. Hayvanat bahçeleri insanlar ve hayvanat bahçesinde sergilenen hayvanlar arasında bir hiyerarşi olduğu fikrini pekiştiriyor ve insanın doğayla ve yaban hayvanlarıyla ilişkisi hakkında insanı öğrenci, kurtarıcı, ziyaretçi, turist olarak konumlandırarak hayvanların doğasını insanların doğasından ayırıyor. İnsanları hayvanların doğasıyla bağlantı kurmaya teşvik etmek yerine onlardan uzaklaştırıyor (Braverman, 2012; 2014). İnsanları hayvanları ve doğayı korumak yerine bu görevi başkasına devretmeyi normalleştiriyor. Onları doğayı ya da hayvanları korumak için aktif bir rol almaya ikna etmiyor. Biyoçeşitlilik krizi konusunda onları bilgilendirmiyor (Nygren, Ojalammi, 2018). Bir çalışma çeşitli türlerin posterleri gösterilen insanların, hayvanat bahçesini ziyaret edenlerden çok daha fazla şey öğrendiğini ortaya koyuyor (Woodman, 2008). Bu sonuçlar hayvanlarla birebir iletişim kurulmasına (beslenmesine, fotoğraf çekilmesine vb.) izin verilen hayvanat bahçeleri için de farklı değil. Yunus parkları, akvaryumlar, safari parklar vb. düzenlemeler için de benzer çalışmalar ve sonuçlar mevcut. Vicdanlı ve bilinçli insanların yetişmesi için yukarıdaki verilerin de ışığında, okul gezi programlarından esaret altında tutulan hayvanların bulunduğu yerlerin çıkarılması gerekiyor.
Tüm bu bilimsel görüş ve araştırmalara rağmen, biliyoruz ki Milli Eğitim Bakanlığı, tüm bu hayvan sömürüsünü ve köleliği görmezden gelerek okulların hayvan hapishanelerine geziler düzenlemesini teşvik ediyor. Okul idarelerine eylül ayı itibariyle çocukların eğitimine olumlu hiçbir katkı sağlamayan, tam tersi çocuklara esaretin ve acının eğlence aracı olabileceğini öğrettiğinden eğitime ket vuran bu hayvan hapishanelerine gidilmesini öneren yazılar gönderiyor.
Şimdi öğretmenler olarak kendimize sormamız gereken bazı sorular var:
Eğitim ortamında eşitsizlikleri ve ayrımcılıkları sorgulayan, kapsayıcı ve hak temelli uygulamalarla eşitsizliklerin ortadan kalkması için emek veren öğretmenler zulmü destekleyebilir mi? Peki ayrımcılığı, esareti, sömürüyü?
Öğretmenler hayvanların “gerçek” durumunu, hayvanların özgür olmak isterken hapsedildiklerini, yuvalarından ailelerinden zorla ayrıldıklarını, ömürlerini istemedikleri bir yerde acı ve mutsuzluk içinde geçirdiklerini, fiziksel ve psikolojik birçok sorun yaşadıklarını ve birilerinin onları sergileyerek kazanç elde ettiğini çocuklara anlatsa çocuklar yine de hayvan hapishanelerine gitmek ister miydi?
Özgürlüğü ellerinden alınmış, insanların maddi menfaatleri için sömürülen, hakları yok sayılan, mutsuz hayvanları izleyen çocukları, bu hayvanların yanında eğlenceye teşvik etmek ahlaki midir?
Başkalarının acısına gülmeyi, başkalarının haklarına saygı duymamayı, para için özgürlüğün yok sayılabileceğini öğretmek eğitim sistemimizin amaçlarıyla uyumlu mu?
Mesleğinin gereklilik ve sorumlulukları düşünülünce, öğretmenlerin sadece hayvanlar üzerinden para kazanmak üzerine kurulu olan sömürü alanlarına “gezi” düzenlemesi kabul edilebilir mi? Peki bu sömürü alanlarını eleştirmemesi, kınamaması ve buraların kapanması için mücadele etmemesi kabul edilebilir mi?
Öğretmenlerin bu sorulara “hayır” cevabı vermesi gerektiğini düşünen Hayvan Hapishaneleri Kapatılsın Platformu olarak öğretmenleri hayvan hapishanelerine gitmemeye, bu sömürü alanlarına gezi düzenlememeye, gezi düzenlemek isteyen idarelere ve meslektaşlarına hayvan hapishanelerinin gezi düzenlenebilecek yerler olmadığını ve esaret merkezleri olduğunu anlatmaya ve öğrencilerine hayvan hapishanelerinin gösterilmek istenenin aksine hayvanların mutsuz ve yalnız hissettiği yerler olduğunu anlatmaya davet ediyoruz. Bu yapılanın aynı zamanda şiddet, işkence, istismar ve 21.yüzyılda devam eden bir kölelik olduğu gerçeğinin göz ardı edilmemesini istiyoruz.