Topyekûn özgürlüğe adanmış bir ömrün ardından Buraksız geçen ilk 96 saat

Yokluğu varlığı kadar derinden hissedilen biricik dostumuzu, yol arkadaşımız Burak Özgüner’i 9 Kasım 2019 tarihinde kaybettik. Hala bu büyük kaybın şokunu yaşarken, 13 Kasım’da bu yazıyı kaleme aldığıma bile inanamıyorum. Sanki Burak yine bir telefon uzağımızdaymış, her an çıkıp gelecekmiş gibi… Ama gerçekler hiç de öyle değil. Dört gündür, onun olmadığı bir dünyaya zar zor uyanıyoruz.  

Yazı: Öykü Yağcı | Yunuslara Özgürlük Platformu | 13 Kasım 2019

Buraksız geçen bu ilk 96 saatte, Türkiye’nin dört bir yanında insan, hayvan ve doğa için hak mücadelesi veren yüzlerce kişi, hatta onu bizzat tanımayıp bu büyük yası uzaktan paylaşan milyonlarca insan, Burak gibi nadir bulunan birinin bu kadar ani ve erken yitip gitmesini kabul edemedi. 

Hiçbir zaman da edemeyeceğiz.

Çünkü Burak, hayatına girdiği neredeyse herkes için benzersiz bir dosttu. Kendi yaşadığı zorluklara rağmen darda kalan, destek bekleyen herkese elini uzatır, zamanını ayırır ve bunu nezaketle, özenle ve kırmadan yapardı. Yargılamadan dinler, dinlerken güç verirdi. Yorulduğu, dayanamadığı anlarda bu sefer biz onun yükünü hafifletmeye çalışır, dert edinir, iş yükünü paylaşmaya çalışırdık; ama çoğu zaman onun yaptığı gibi yapamazdık, çünkü Burak 100 kişiye bedeldi. Sabırlıydı; pek çoğumuzun pes ettiği zamanlarda o, dirayetle denge kurmaya çalışır, herkesi birleştirmek için çabalardı. Birlik olmanın gücüne yürekten inanıyor ve bunu gerçekten de başarıyordu. Cenazesinde de aynı şeyi yaptı; farklı kesimlerden yüzlerce insan tek bir kişi için bir araya geldi, aynı duygularla, mücadele azmiyle kenetlendi. 

Şimdi tek dileğimiz, bu birlikteliğin Burak’ın inandığı ve mücadele ettiği değerler için büyüyerek devam etmesi ve çabalarının yarım kalmaması.

Çünkü Burak, her alanda mücadele veren benzersiz bir yaşam savunucusuydu. Kalp krizinden hayatını kaybettiğinde sadece 32 yaşındaydı. Bu kısacık ama büyük değerler kattığı ömrü boyunca her türlü adaletsizliğe ve sömürüye karşı durdu, savunduğu ilkelere hayatını adadı. Kamp Armen direnişinden Kuzey Ormanları Savunması’na kadar pek çok sivil oluşumda sorumluluk üstlenirken, aynı zamanda LGBTİ+’lerden mültecilere kadar nefret suçlarına maruz bırakılan bireylerin hakları için sesini yükseltti. 9 yaşında sokakta yaşayan hayvanların bugün ve yarın korunabilmesi için mahallesindeki diğer çocuklara öncülük eden, bunun için bir çocuk kulübü kuran ve toplantılarını “Bahçeköy’deki bir söğüt ağacının altında” yapan bir çocuk düşünün…

Aradan geçen 23 yılda Burak, mahalle ölçeğinde başlattığı mücadelesini büyüterek Türkiye’nin dört bir yanına ve arkadaşlarıyla katıldıkları uluslararası toplantılarla dünyaya taşıdı. Tüm samimiyeti ve özverisiyle herkese ve her yere yetişmeye çalıştı; her türlü mağduriyeti gündeme taşımaya çalışarak dünyayı daha iyi bir yer yapmaya çalıştı. Bazılarını takip bile edemediğimiz oldu. Bunları yaparken ürettikçe üretti, arkasında ufuk açan pek çok içerik bıraktı.

Bu kadar hassas bir kalbi ve güçlü bir vicdanı varken, hakkında açılan soruşturmalar ve davalarla git gide yıpratıldı ama ümidini ve mücadele azmini hiç yitirmedi. Burak hayatı boyunca hem söğüt ağacını hem de dallarına konan kuşları ve o ağacın gölgesinde toplanma haklarını savunmaya devam etti.

Çünkü Burak, benzersiz bir hayvan özgürlükçüsüydü. Hayvanlara yönelik şiddet dahil olmak üzere her türlü baskı ve sömürüye karşı çıktığı için vegandı. İlkeleri çok net ve kesin olmasına rağmen kimseyi dışlamadan, kapsayıcı bir dil ve üslup kullanarak, farklı yöntemlerle vegan felsefenin özünü aktarmaya çalışırdı. Üniversite yıllarında Hayvan Sağlığı okurken deneylerde ve mezbahalarda gördüklerini sorgulayarak bu vahşete daha fazla ortak olmak istememişti ve bir röportajında şunları söylemişti: “Bir uygulama dersinde mezbahaya gittik. 40 öğrenci sırayla, kesime sevk edilmiş bir ineğin rektumuna kolunu soktu. Hayvan kan revan içinde kaldı. Sonra da boğazı kesilerek öldürüldü; öğrenciler sunî tohumlama yöntemini öğrenecek diye katledilmeden önce hayvana işkence yapıldı.Ben hayvan sağlığı bölümüne, hayvanlara nasıl yararlı olabilirim diye gittim ama bana nasıl yaşatacağımı değil, nasıl hilelerle hayvanları daha çok sömürebileceğimi öğrettiler. Böyle bir eğitim sisteminden utanç duyuyorum.

  • Taksim’de kurban edilen Kınalı: 2016’da darbe girişimi sonrası, beş yıldır beslediği koyunu Taksim Meydanı’nda Cumhurbaşkanı adına kurban eden şahıs hakkında Hayvan Hakları İzleme Komitesi olarak suç duyurusunda bulunmuş, milletvekillerini soru önergesi vermeye teşvik etmiş ve Kınalı’yla birlikte aynı kaçınılmaz kaderin reva görüldüğü hayvanlar ve “topyekûn özgürlük” ideali için bu mücadelenin peşini üç yıl boyunca bırakmamıştı. Kınalı’nın öldürülmesini ve bununla birlikte sümenaltı edilmeye çalışılan yaygın adaletsizlik sorununu onun gibi başka kimse dillendirmedi. O hassas vicdanı ve kalemiyle 2017’de Bianet’e şöyle yazmıştı: “Kınalı’nın katli olayında verdiğimiz mücadele, cezasızlığın, hukuksuzluğun ve eşitsizliğin bir kanıtıdır. Aynı zamanda bir eşitlik mücadelesidir; hukukun imtiyazlı olarak uygulanmasına karşı yürütülen bir mücadeledir. İçinden geçtiğimiz şu zor günlerde, bu cezasızlık, adaletsizlik ve eşitsizlik ortamına rağmen, var gücümüzle ayakta kalmaya, en az kendimiz kadar hayvanlar için de özgürlük talep etmeye, kanıtlamak için belgelemeye, tarihe not düşmeye devam edeceğiz, topyekûn özgürlüğe daha da yaklaşmak için…”
  • Katledilen katırlar ve vicdani ret: 2011’de Şırnak’ın Uludere ilçesine bağlı Roboski köyünde TSK tarafından öldürülen katırları, mevcut düzenin bu katliamdaki yansımalarını uzun uzun düşünen ve ilkeleri doğrultusunda bir adım ileri taşıyan da Burak olmuştu. Katırlar için verilen hukuk mücadelesi sonuçsuz kalınca, 2015’te son derece güçlü ve etkili bir söylem geliştirerek iki arkadaşıyla birlikte vicdani reddini açıklamıştı. Ardından askerlik şubesinden gelen soruşturmalar, savcılıktan çıkan iddianameler onu dört yıl boyunca esir etmeye, yormaya devam etti. Aradan geçen süre içinde eğitim, çalışma, seyahat, konaklama gibi birçok hakkı ihlâl edildi; hesaplarına el konuldu. Ölümünden bir gün önce, Konya Asliye Ceza Mahkemesi’nde bu davanın ilk duruşması görülmüştü. Burak, vicdani ret açıklamasında yaşam savunuculuğunun özünü, yöntemini, haklarını ve benliğini şöyle özetlemişti: “Bir anarşist ve hayvan özgürlükçüsü olarak, tahakküm ilişkilerini ve şiddeti mümkün olduğunca kendimden uzak tutmaya çalışarak yaşadığım bu hayatı, kimseden emir almadan, hiçbir otoriteye itaat etmeden, kimseyi öldürmeden yaşamak istiyorum. (…) Belki sayımız çok değil, devlet ya da benzeri organizasyonlar kadar -ki hiç istemem, korkarım bundan- örgütlü değiliz, imkânımız yok belki ama hayvanlar, insanlar ve doğa için yani istisnasız herkes için topyekûn özgürlük isteyenler olarak, ‘bulunduğumuz yerden dünyayı değiştirmeye devam edeceğiz’, reddedişimiz, neşemiz, öfkemiz ile… (…) Öldürmeyeceğim, ölmeyeceğim, kimsenin askeri olmayacağım!”
  • Gezi, polis şiddeti ve hayatını kaybeden hayvanlar: Birkaç yıl boyunca o dönemde çalıştığı veteriner kliniğinde birbirimizle karşılaşmış ve o sırada bunun farkına varmamış olmamıza rağmen, bizi yıllar sonra bir araya getiren, 2013’te Yeryüzüne Özgürlük ekibi olarak Gezi direnişinde polis şiddeti nedeniyle hayatını kaybeden hayvanlar için düzenledikleri eylem olmuştu. Çocuklarına tüm mücadelelerinde sonuna kadar destek veren ve yanında olan güzel ailesiyle de orada tanışmıştım. O güne kadar, öylesine zor bir dönemde, saldırılar sırasında kaybedilen hayvanlar için başka kimse bu denli bir çaba sarfetmemişti: Burak ve Yeryüzüne Özgürlük’ten arkadaşları, bu süreçte yaşanan hayvan hakları ihlalleriyle ilgili bir rapor hazırlayarak Cenevre’deki Uluslararası Hayvan Hakları Mahkemesi’ne başvurularını hazırlamış, bu başvuruyu duyurmak için de Taksim’de bir basın açıklaması düzenlemişti. Hatta geçtiğimiz aylarda, tam 6 yıl sonra, hakkında bu sebeple -şaka gibi, evet ama- “terör soruşturması” bile açılmıştı. O gün, toplanmaya başladığımız sırada, basın açıklamasına bile izin verilmemiş, saldırı başlamıştı. Yaşatılan kaos sırasında birden fazla polis üzerine çullandığı için Burak’ı daha sıkı tutamamış, elimden kayıp gittiğini hissedip korkuya kapılmıştım. 14 kişiyle birlikte gözaltına alındığını kayıt altına alabilmek için çekime devam etmeye çalışmıştım* (↓). 

Burak’ı tanıdığım için şanslı hissettiğim ilk gün o gündü: 28 Eylül 2013. O tarihten bu yana ne zaman hayvanlar için desteğe ihtiyacımız olsa, ne zaman topluca güçlü bir ses çıkartmamız gerekse birlikte hareket ettik; tıpkı diğer yol arkadaşlarıyla yaptığı gibi… Kısırkaya Toplama Kampı eyleminden maymunları deney cehennemine taşıyan Air France baskınına* (↓), ICAM protestosundan İBB heyet görüşmelerine ve TBMM toplantılarına kadar hep farklı aşamalarda ve farklı mücadelelerde bir aradaydık. 

Tüm bu süreçlerde bazen metin, rapor veya çeviri, bazen de çekim, fikir veya aktif eylem desteği vererek çeşitli şekillerde hak ihlallerinin görünür kılınması ve somut değişim yaratabilmek için Burak’a ve birlikte hareket ettiği oluşumlardaki arkadaşlarına katkıda bulunmaya çalıştık. Hayvanlarla ilgili idealimiz hep ortaktı. Fakat Burak’ın tüm alanlara hakimiyeti, bu alanda tanıdığımız en donanımlı, yetkin ve ilham veren kişi olarak onu, hepimiz için özel bir yere koyuyordu. Özellikle de yıllardır tüm hayvanların lehine bir kanun oluşturulması için bizzat çabaladığı, ilgili tüm kişi ve grupları dahil etmeye çalıştığı TBMM ayağında… Burak, Hayvan Hakları ve Etiği Derneği temsilcisi olarak, hayvan hakları savunucularının Ankara’daki gözü kulağı olmanın ötesinde, TBMM Hayvan Hakları Araştırma Komisyonu tarafından Meclis Başkanlığı’na sunulan raporun olumlu olarak değerlendirilebilecek maddelerinin ardındaki en önemli itici ve şekillendirici güçtü. Komisyon sunumlarımızın ardından, ek önerge ve belgelerimizle Meclis’te haftalarını geçirerek komisyon üyeleriyle görüşen yine oydu.

İşte Burak böyle biriydi.

Hayvan hakları ve özgürlüğü için emek sarfeden insanlar arasında sonuna kadar güvendiğim, sabahlara kadar ekran başında birlikte çalışabildiğim ve yol göstericiliğinde bile her zaman tevazu gördüğüm ender yol arkadaşlarımdan biri oldu hep. Dostluğu, duruşu, bilgisi ve adalet mücadelesiyle benzeri yoktu. Komiklikleriyle, gülüşündeki ve mimiklerindeki daimi zıpırlıkla da bir sürü kalbi fethetti. Hayattayken olduğu gibi, onu kaybedişimizin ardından gördüğüm o ki, pek çok kişinin hayatında böyle vazgeçilmez bir yeri vardı. Sayısız hayvanın hayatında da…

Şimdi onun ani gidişi ve sonsuz yokluğuyla yüz yüzeyiz ama bu gerçekle henüz tam olarak yüzleşemiyoruz. Tüm bu dahiyane vasıflar yüzünden, Burak’ın olmadığı bir dünyayı kabullenmek hiçbirimiz için kolay olmayacak. Çünkü hayvanlar için büyük umutlarımız, beklediğimiz haberler ve yapacak çok işimiz vardı. Onun da tüm bunların adım adım gerçekleştiğini görmeye ihtiyacı vardı. 

Biz, 9 Kasım’da, yıllardır omuz omuza mücadele veren dostları olarak, hem hayatımızda hem de hayvan hakları mücadelesinde yerini dolduramayacağımız, yokluğuna alışamayacağımız bir kayıp yaşadık. Verdiği hak mücadeleleriyle milyonlarca insana yol gösteren ve tüm hayvanlar için umut olan can dostumuz Burak’ı hiç unutmayacak, unutturmayacağız. 

Özel bir birey yetiştiren, her daim yanında olan ailesine ve bugüne kadar onunla birlikte yürüyen tüm dostlarına söz veriyoruz: Mücadelesini sürdürmek için, hep birlikte, elimizden geleni yapacağız. Biraz kolu kanadı kırık bir şekilde de olsa şimdiden ufak adımlar atmaya başladık.

Hoşçakal Burak, seni çok seviyoruz, çok özlüyoruz…

13 Kasım 2019

Öykü Yağcı, Yunuslara Özgürlük Platformu

Burak’ın zihninden, kalbinden, kaleminden… 

Hayvanlar Türkiye sınırında canlı canlı “pişiriliyor” – Sivil Sayfalar, 2019 

Hayvan soykırımına karşı etik veganlık – T24, 2018

Taksim Meydanı’nda öldürülen Kınalı – Bianet, 2017

Kısırkaya “Hayvan Hapishanesi” – Bianet, 2015

Hayvanları Koruma Kanunu Hayvanları Korumaktan Çok Uzak – Bianet, 2012

Show CommentsClose Comments

Leave a comment