“Hayvan hakları aktivistleri olarak, canlı hayvan ticaretinin, deniz ve kara yolu ile taşınan hayvanlara yaşattığı zulüm nedeniyle yasaklanması gerektiğini yıllardır ifade ediyoruz. Ancak ne siyasîler ne bürokratlar ne de toplum bu talebimizi duyuyor. Sonuç: Ankara’daki Şarbon “patlaması”.”
Yazı: Burak Özgüner | Sivil Sayfalar | 3 Eylül 2018
Bir hayvan özgürlüğü aktivisti ve vegan olarak, halk sağlığını ilgilendiren bu Şarbon salgını, tabii ki benim derdim olmayacak çünkü biz, hiç konumuz olmamasına rağmen, uyarılarımızı ilgili her kuruma ve topluma zaten yapmıştık. Tüm uyarılarımıza rağmen, hükûmet, “ucuz et” politikasını uygulamaya devam ediyor; vatandaş ise ucuz et yemenin derdinde. Türkiye’de toplumsal refah, yoksulluk ya da gelir adaleti gibi mevzular, hâlâ et satın alabilme ile ölçülüyor maalesef. Hayvanlar, okyanus ötesi ülkelerden Türkiye’ye taşınıyor. Bu yılın sonuna kadar 975 bin hayvanın, farklı ülkelerden Türkiye’nin farklı limanlarına nakliyesi tamamlanmış olacak. Geçtiğimiz yıllarda da Türkiye’nin çeşitli yerlerinde, belge eksikliği nedeniyle hayvanların, deniz ortasında gemilerde ve sınır kapılarında kapalı kamyon kasalarında, aç-susuz, günlerce bekletildiğini ve bu nedenle hayatlarını kaybettiğini deneyimledik. Yine geçmişte, hayvanları taşırken yanan ve batan gemilerin olduğunu biliyoruz. Hayvanların ne kadar korkunç koşullarda taşındığı, yollarda nasıl acılar çektikleri ve öldüklerini birçok kez kamuoyuna duyurduk ancak kimse hayvanların derdini umursamadı.
Geçtiğimiz günlerde, Ankara Gölbaşı’nda patlak veren Şarbon hastalığı, Et ve Süt Kurumu (ESK) ihalesi kapsamında, Brezilya’dan getirilen yaklaşık dört bin hayvandan oluşan sürüde tespit edildi. Bu salgında da fatura yine, neredeyse bir aylık süre boyunca, bin bir işkence ile taşınan hayvanlara kesildi… Tarım ve Orman Bakanlığı, bu sürüden elli sığırı katletti. ESK, her ne kadar gerekli tedbirlerin alındığını ve ortada endişe duyulacak bir durumun olmadığını açıklasa da bir hayvan sağlıkçı olarak, Şarbon hastalığının çok kolay bir şekilde başka hayvanlara ve insanlara bulaşabileceğini söyleyebilirim. Daha önce, yurtdışından Türkiye’ye zorla taşınan başka hayvanlarda da farklı hastalıklar tespit edilmişti. Israrla sürdürülen “ucuz et” politikasının sebep olduğu, hayvanlara yönelik işkence ve katliamların hesabını hangi bürokrat verecek? Eminim, Şarbon’dan kaynaklı herhangi bir insan ölümü olsa, yine kimse hesap vermeyecek, istifa etmeyecek! Ülkedeki bu denetimsizlik, keyfiyet hâli, yurttaşa ve sivil topluma hesap vermeme kültürü bir devlet geleneğine dönüşmüş durumda çünkü…
Şubat ayında, Brezilyalı aktivistlerin, hayvan özgürlüğü aktivisti ve gazeteci, yazar Zülâl Kalkandelen’i bilgilendirmesi ile NADA gemisi limana varmadan, Mersin’e gitmiştik. Brezilyalı aktivistler, oradaki yerel mahkemeyi harekete geçirmiş; mahkeme, bağımsız bir heyetin gemide inceleme yaparak rapor tanzim etmesini sağlamış ve geminin hareket etmesini engellemişti. Ancak devreye Türkiye’den üst düzey yetkililer girmiş ve hayvanlar, bir kez daha ölüm yolculuğuna çıkarılmıştı. Zülâl Kalkandelen ile ben de Mersin’e giderek benzer bir girişimde bulunmuştuk. İletişime geçtiğimiz Mersin Barosu, gemi limana yanaşmadan önce savcılığı durum hakkında bilgilendirmiş ve suç duyurusunda bulunmuştu ancak yargı da bürokrasi de harekete geçmemişti.
Mersin Limanı’nda öyle yoğun bir güvenlik önlemi alınmıştı ki ne bizler, ne gazeteciler, ne de milletvekilleri limana giriş yapabildi. Liman ve şirket görevlileri, hayvanlar gemiden indirilirken görüntü almak isteyen kişilerin çektiği fotoğrafları sildirdi. Gemide ve limanda hummalı bir temizlik çalışması yapılsa da kamyonlara âdeta sıkıştırılan hayvanların kokusu tüm kenti sardı. Ulusal ve uluslararası mevzuatın varlığına rağmen, bir aydır deniz ortasında perişan olan hayvanlar, bu sefer kamyonlarla farklı illere, yine işkence ile taşındı. Tanık olduğumuz işkence ne ilk, ne de sondu. Bu zulüm hâlâ devam ediyor! Ve Türkiye toplumu talep ettikçe hükûmet de şirketler de bu talebi karşılamaya devam edecek. Bu arz-talep ilişkisi en başta hayvanları etkiliyor, son Şarbon vakasında da görüldüğü üzere toplum da bu kanlı ve kirli ticaretten gayet nasibini alıyor doğal olarak…
Ana akım medya ise hayvanların maruz bırakıldığı bu işkence dolu ticaretin sonuçlarını görmektense “Anguslar geldi, şehri koku sardı” başlıklı haberler yapmayı tercih ediyor. Konu, koku değil halbuki. Koku, sadece konunun magazinel kısmı; koku birkaç günde geçer. Ancak hükûmetin “ucuz et” politikasının sonuçları gelip geçmez. Görüldüğü üzere, hayvanı da insanı da mağdur eder.
Canlı hayvan ticareti yasaklanmadığı takdirde, ülkede zaten ayyuka çıkmış hayvan hakları ihlâlleri katlanarak büyüyecek. Toplum ucuz et yiyecek, birileri zengin olacak diye bu zulüm hiçbir canlıya reva görülemez. Bu kafayla gidildiği sürece de daha çok hayvan ölmeye, işkence görmeye devam eder; Ankara Gölbaşı’nda olduğu gibi daha çok zoonoz hastalık salgını yaşanır. Gerçeklerin üstü ise, hesap verme niyetinde olmayan devlet kurumlarının uyduruk açıklamaları ile kapatılamaz.
Canlı hayvan ticareti sadece Türkiye’de değil, tüm dünyada hemen yasaklanmalı; bu kirli ticaretin aktörleri de toplumlara hesap vermeli, âdil bir şekilde yargılanmalı. Bu ticaret, bir insanlık suçu çünkü!