“Geçtiğimiz hafta, bir hayvan hakları ihlâli haberi, basında ve sosyal medyada geniş yer buldu ancak bu kez hayvana şiddet uygulayanlar çocuktu… Adana’da üç çocuk, mahallelinin “Çıtır” adını verdiği hamile bir kediyi, ellerinde bağlı bulundurdukları bir köpeğin önüne attı ve kedi, köpek tarafından öldürüldü. Adana Barosu, olayla ilgili olarak suç duyurusunda bulunduğunu açıklayarak üç çocuk hakkında çok sayıda suç dosyası olduğu, birinin ise 37 ayrı suçtan sabıkası olduğunu aktardı. Yetkili kurumlar, üç çocuğa ev hapsi verildiğini duyurdu. Haklarında adlî yaptırım uygulanan çocuklara yönelik yaklaşımlar ile ilgili olarak çocuk hakları aktivisti Alper Yalçın ve Uzman Psikolog Pınar Talaslıoğlu ile konuştuk.”
Yazı:Burak Özgüner | Sivil Sayfalar | 07 Ağustos 2019
Üç çocuğa, çıkarıldıkları nöbetçi sulh ceza hâkimliğince ev hapsi cezası verildi. Çıtır’ı öldüren köpek ise mevzuata göre “tehlikeli ırk” olarak tanımlandığından ömrü boyunca barınağa kapatılmak üzere aranıyor! Köpeğe müebbet hapis; çocuklara ev hapsi cezası…
Bu olay üzerine, şiddete karışan çocuklara yönelik yaptırım ve yaklaşımlar, ülkede yine tartışma konusu oldu. Hayvanlara yönelik şiddet, toplumun her katmanında rutinleşirken, çocukların hayvanlara şiddet uygulaması her nedense yadırgandı… Çocukların zihnine âdeta yerleştirilen, hayvanlara yönelik toplumsal öğretileri sorgulamaktansa yine “çözüm” konusunda kolaya kaçıldı: Sosyal medyada, olaya karışan çocukların toplumdan tecrit edilmesi önerisi ağır bastı.
Çocuklardan ikisinin, bir basın mensubunun kendilerine yönelttiği “Kedi öldü, hiç mi üzülmedin?” sorusu üzerine verdikleri tepkiler ise şöyle oldu: “Ben seni vursam bile üzülmem, kediye mi üzüleceğim”, “Çekin alem yakışıklı görsün”, “Ağabeylere selam, çatışmaya devam. Yaşımızın yetmediği yerde yaşantımız yeter, biz Denizli çocuğuyuz”…
Adana Barosu’nun, kediyi öldüren çocuklar ile ilgili olarak verdiği bilgi dikkat çekiciydi. Bugüne dek birçok kez gözaltına alınan ve farklı yaptırımlar ile karşılaşan çocukların tecridi, bu çocukların başkalarına tekrar şiddet uygulamaması için bir fayda sağlar mı? Bu olay ve benzerlerinde, şiddete karışan çocukları “canavarlaştırmak” ve cezalandırmak, toplumsal şiddeti önler mi?..
Bu soruların cevapları üzerine hep birlikte düşünebilmek için, haklarında adlî yaptırım uygulanan çocuklara yönelik yaklaşımlar ile ilgili olarak, Hayvan Hakları İzleme Komitesi’nden (HAKİM) iki gönüllü ile konuştuk: Aynı zamanda Fikir ve Sanat Atölyesi Derneği Çocuk Hakları Merkezi gönüllüsü olan ve çocuk cezaevlerine karşı da çalışan, çocuk hakları aktivisti Alper Yalçın ve “Çocuklar İçin Türcülük ve Hayvan Hakları Atölyeleri” modelinin hazırlık ekibinde de yer alan Uzman Psikolog Pınar Talaslıoğlu…
Hayvanlara ya da birbirlerine şiddet uygulayan çocuklar ile ilgili yapılmış bir çalışma var mı? Bu çalışmada, çocukların uyguladığı şiddeti önlemek için ne gibi önerilerde bulunulmuş? Böyle bir çalışma yoksa, bu konudaki öneriler neler olmalı?
Alper Yalçın: Gerçekten çok üzücü bir kayıp… Türkiye’deki hâkim çocukluk algısı çocukların “masum, savunmasız, korunmaya muhtaç veya herhangi bir irade sahibi olmadığı” yönünde olduğu için bu kayıptaki tepkiler de iki farklı bakış açısını temsil ediyordu. Biri yetişkin/çocuk ayrımı yapmaksızın çözümü cezalandırma bakış açısıyla arayanları, biri de çocuk olması nedeniyle duraksayan, hâkim çocukluk algısı nedeniyle duyulan şaşkınlığı temsil ediyordu.
Hayvanlara şiddet uygulayan çocukların oranlarına dair bir bilgimiz yok, bu konuda bir araştırmaya da hiç rastlamadık açıkçası. Belki de farkında bile değildik. Bu gündemimizde hayvan haklarının ne kadar olduğuyla da ilgili tabii ki. Ancak Hayvan Hakları İzleme Komitesi olarak yaptığımız medya taramalarından çocukların da neden olduğu kayıpların az olmadığını biliyoruz.”
Haberle ilgili tartışmaları nasıl değerlendiriyorsunuz?
Alper Yalçın: Bu kaybın ardından ilgili haberlere baktığımda birkaç şey dikkatimi çekti. Öncelikle çocuklarla ilgili hâkim söylem çocukların yaptıkları eylemin farkında olmadıkları üzerine kuruluyor. Oysa ki bu haberde, bir çocuğun ifadesi ile yaptığı eylemin farkında olduğu açıktır. Fakat bu farkındalık, bizleri çocukları suçlamanın ötesinde düşündürmelidir. Herhangi bir suçu bireyselleştirmek, ardında yatan toplumsal gerçeklerden bizleri uzaklaştırabilir. Bu kaybın sorumlusu yalnızca çocuklar olmadığı gibi aileleri de değil. Çünkü çocuklar, ailelerinden bağımsız bir insandır ve toplumsal olarak gerçekleşen ne varsa bunun bir parçasıdır, yaşanan her şeye doğrudan ya da dolaylı olarak tanıklık eder. Ve hatırlamak gerekir ki, çocuklar ne suçlu ne de masumdur, çocuk yalnızca çocuktur, bir yurttaştır. Haber ajanslarından birinde, bu mahallede bu tür üzücü kayıpların sık yaşandığı belirtiliyordu. Tıpkı bu mahallede yaşandığı gibi, hayvanlara yönelik şiddetin ne yazık ki sistematik olduğunu da biliyoruz. Bu kayıplara neden olan gerçeklikleri anlayabilmek için sorular sormamız gerekiyor. Çocukların hangi mahallede neler yaşadıklarını, nerelerde ve nasıl vakit geçirdiklerini, canlılarla nasıl ilişki kurduklarını bilmiyoruz. Bu eyleme neden olan çocukların yaşantılarına dair hiçbir bilgimiz yok, haberlerde yaşanan kayıp haricinde çocuklara ilişkin herhangi bir bilgiye rastlayamıyoruz.
Uzman Psikolog Pınar Talaslıoğlu da yıllardır uygulanan cezalandırma uygulamalarının, şiddete karışan çocuklar için bir çözüm olmayacağı görüşünde…
“Çocuk ve şiddet davranışı arasındaki ilişki, ruh sağlığı ve psikoloji alanında sıklıkla araştırılan bir konu olmuştur. Yapılan araştırmalar genellikle şiddet algısı, şiddetin nedenleri, sonuçları ve şiddeti önleme çalışmaları gibi konular üzerinde durmaktadır. Bu bakımdan şiddet davranışları gösteren bir çocuğun öncelikle davranışlarındaki temel dinamiklerine bakmak gerektiğini söyleyebiliriz. Örneğin çocuğun yaşına ve gelişim düzeyine, doğaya, ekolojiye, dünyaya ve iletişim kurmaya dair öğrendiklerine ve bilgisine, içinde yer aldığı ekolojik sistemlere, aile öyküsüne, şiddetle ilgili geçmiş yaşantıları olup olmadığına, istismara ve ihmale uğrayıp uğramadığına, şiddeti güç, hiyerarşi ve kontrol unsuru olarak görmeyi öğrenip öğrenmediğine bakmak önemli… Kısacası tüm bu dinamikler şiddet davranışını etkiliyor.
Hayvanlara yönelik saldırgan davranışlarda bulunma, yalnızca insanlara yönelik bir patoloji konusuna indirgenmemeli ve toplumsal süreçler göz ardı edilmemelidir.
Bununla birlikte araştırmalar insanlarda hayvanlara şiddet uygulama ve kötü davranma, saldırganlık, akran zorbalığı ve empati düzeyinin düşük olması gibi değişkenlerin birbiriyle ilişkili olduğunu da gösteriyor. Özellikle hayvanlara yönelik saldırgan davranışlarda bulunma ile patolojik durumların ilişkisi olabileceği de biliniyor. Tabii ki hayvanlara yönelik saldırgan davranışlarda bulunma, yalnızca insanlara yönelik bir patoloji konusuna indirgenmemeli ve toplumsal süreçler göz ardı edilmemelidir. Aslında şiddet, bir sarmala benzer ve içinde yer alınan ekolojik sistemler değişmedikçe sürmeye devam eder. Bu bakımdan hem şiddet gösteren hem şiddete maruz kalan hem de şiddete tanık olanların etkilendiği toplumsal travmalara yol açmaktadır. Bütün bunlara yönelik önlemler almak adına çocuğun dünyayla ve kendisi dışındaki bir canlıyla ilişki kurma biçiminin yeniden düzenlenmesi önemlidir. Beraberinde çocuğun doğayla, dünyayla, ekolojiyle ve toplumsal cinsiyet konusu ile ilgili bilgisi ve ilgisi güçlendirilebilir. Aynı zamanda çocuğun hem kendi haklarını hem de kendisi dışındaki bir canlının haklarını içselleştirmesine yönelik tüm ekolojik sistemlerin ortak hareket edebileceği çalışmalara yönelik adımlar atılabilir.”
Türkiye cezaevlerindeki çocuklar konusunda, devletin “suça itilmiş çocuk” olarak tanımladığı çocuklara olan yaklaşımı nasıl? Cezalandırma, bu çocuklar üzerinde nasıl etkiler bırakıyor? Bu çocuklara ilişkin nasıl bir rehabilitasyon ya da özel politika belirlenmeli?
Uzm. Psikolog Pınar Talaslıoğlu: Bütüncül bir bakış açısını kapsayan rehabilitasyon çalışmalarına öncelik verilmesi gerekiyor.
Çocuklar açısından genel olarak cezalandırma sisteminin işlevsel olmadığını ve şiddet döngüsünü devam ettirdiğini düşünüyorum. Alanda yapılan araştırmalar da bu durumu destekler nitelikte… Araştırmalar, cezaevlerinin beklenen düzeyde caydırıcı olmadığı, çocukları yalnızlaştırdığı gibi birçok sorundan bahsediyor. Bu noktada içinde yaşadığımız ekolojik sistemlerdeki eşitsizliklere bakmak ve ‘suça sürüklenme’ dediğimiz kavramın nasıl ortaya çıktığını tartışmak gerekiyor. Çocuklar için ekolojik sistemlerdeki eşitsizlikler genellikle derin etkiler oluşturur ve bu etkiler doğrultusunda çocuklar kendilerini şiddet döngüsü içerisinde var edebiliyor. Tüm bunların hem şiddeti devam ettiren hem şiddete maruz kalan hem de şiddete tanık olanlara yönelik güvensiz bir alan oluşturma gibi negatif etkiler ortaya çıkardığı biliniyor.
Bu bakımdan başta da bahsettiğim gibi, cezalandırma sistemleri şiddet döngüsünü durdurmak yerine bu döngünün artmasına neden olabiliyor. İşte tam bu noktada, bütüncül bir bakış açısını kapsayan rehabilitasyon çalışmalarına öncelik verilmesi gerekiyor. Çocuğun temel hak ve özgürlüklerini kısıtlamayan, çocuğu şiddet döngüsünden çıkartarak güvenli bir alan oluşturmasına zemin hazırlayan, çocuğun eğitimsel ve sanatsal ihtiyaçlarını gözeten, çocuğa gerekli psikososyal desteği sağlayan bir yapılandırmaya ihtiyaç olduğunu düşünüyorum.
Alper Yalçın: Her yıl adalet sistemine dahil olan çocukların sayısı arttığı gibi, bu kurumlardan tahliye olan çocukların, tahliye olduktan sonra bir yıl içinde yeni bir suç işleyerek hapishaneye geri dönüş oranları 2011 yılında % 68’di. Türkiye’nin imzalamış olduğu Birleşmiş Milletler Çocuk Hakları Sözleşmesi (ÇHS) ve resmi yasası olan Çocuk Koruma Kanunu’nda çocukların özgürlüğünden yoksun bırakılmasının başvurulacak en son çare olarak düşünülmesi gerektiği ve uygun olabilecek en kısa süre ile sınırlandırılması gerektiğinin bir standart haline gelmiş olması, olumsuz etkilerin kabul edildiği anlamına gelmektedir. Kapalı kurumlar, yazılı yasaları ve gelenekleriyle şiddeti yeniden üretir. Hapishaneye giren bir çocuk, en başta koğuş içinde akran şiddetiyle, ardından yasa (çıplak arama, kapalı görüş vb.) nedeniyle birçok şiddet biçimiyle karşı karşıya kalır. Bu kurumların, çocukların hayatlarında bir şeyi onarmadığını, 2014 yılında kurulan Çocuk Cezaevleri Kapatılsın Girişimi de birçok kanıt ile beraber görünür kılmıştı. Nitekim her yıl adalet sistemine dahil olan çocukların sayısı arttığı gibi, bu kurumlardan tahliye olan çocukların, tahliye olduktan sonra bir yıl içinde yeni bir suç işleyerek hapishaneye geri dönüş oranları 2011 yılında % 68’di. O tarihten bu yana da bu istatistik, Adalet Bakanlığı tarafından paylaşılmadı. Şu anda hapishanedeki çocuk mevcudu, son 10 yıl içindeki en yüksek rakam olarak 3.000’in üzerinde seyrediyor.
“Bugünkü adalet sisteminin, çocuklar için ne yazık ki cezalandırıcı bir anlam taşıdığını ve bir çözüm üretmediğini söyleyebiliriz”
Çocukların, çoğunun gerçekleştirdiği eylemin kanunda suç olduğunun farkında olduğuna ilişkin gerçeklikten yola çıkarak, çocukların bu eylemi telafi edebilmeleri için nelere ihtiyacı olur, mağdurların neye ihtiyacı olur, çocukların aynı mahalleyi paylaştıkları insanların neye ihtiyacı olur, bunları bilmeden bir çözüme adım atabilmek mümkün değil. Özetle çocuk adalet sisteminin konuşulabileceği bir masanın kurulması gerekiyor. Elbette çocukların oturacağı bir masada, yanlarında sivil toplum örgütleri, meslek odaları/örgütleri, akademisyenler ve bağımsız araştırmacıların da yer alacağı bir masa… Böyle bir masa kurmak aynı zamanda ekonomik eşitsizlikleri, ayrımcılığı, toplumsal cinsiyet eşitliğini, birçok toplumsal sorunu konuşabilme fırsatı yaratacaktır. Tanıklıklarımız doğrultusunda bugünkü adalet sisteminin, çocuklar için ne yazık ki cezalandırıcı bir anlam taşıdığını ve bir çözüm üretmediğini söyleyebiliriz. Bu kayıplar, bir yandan da insanı öfkelendiriyor ve bu öfke bazen idam talep etmeye kadar varan bir nefreti körüklüyor fakat unutmayalım ki o insan elbet o hapishaneden çıkacak. Bir insan hapishaneye girdikten sonra kimse bunun takibini yap(a)mıyor. Yani bu çocuklara sonra ne oldu, hapishane onlara neler hissettirdi, neler öğrendiler, daha önce yaptıkları şey ile ilgili düşünceleri nedir? Şimdi güzellikten yana hayatlarını nasıl dönüştürecekler? Ya da dönüştürecekler mi, dönüştürebilecekler mi?
“Çocuk Adalet Sisteminin Yeniden Yapılandırılması Gerekiyor”
Çocuk adalet sisteminin işlevine dair şu an üzerine tartışmaya çalıştığımız çocukları örnek vermek yeterli olabilir: Adana Barosu Başkanı Veli Küçük, bu kaybın ardından yaptığı açıklamasında, üç çocuğa ev hapsi verildiğini, çocukların daha önce birçok kez farklı suçlardan yargılandıklarını, bir çocuğun 37 dosyasının bulunduğuna ilişkin bilgi paylaşmıştır. Düşünün ki bir çocuk 37 kez farklı suçtan mahkeme önüne çıkmış, yani çocuğun derdine çare bulabilmek için 37 fırsatımız vardı fakat hiçbirinde çözüm olamamış. Bunun bir çocuk hak ihlali olduğunu açıkça söyleyebiliriz. Dolayısıyla verilen ev hapsinin çocuklar için ne anlam ifade ettiğini de bilmeye ihtiyacımız var. Açıktır ki, çocuk adalet sisteminin yeniden yapılandırılması gerekiyor fakat sorunlara gerçekçi bir çözüm üretebilmek, en başta çocukların da yer alacağı bir süreci gerektiriyor. Çocukların sorunlarının konuşulacağı bir masada çocukların yer alması ise bir lütuf değil, demokrasinin en temel ilkelerinden biri olan katılım hakkının hayata geçmesi anlamına gelir.