““Devletlerin değişmesini beklemek yerine biz neden değişmiyoruz? Öyle bir noktadayız ki “Türkiye’de hayvan hakları yok da Avrupa’da var mı” diye düşünüp koyvererek kendimizi daha da beter bir döneme doğru sürüklüyoruz. Nerede yaşarsak yaşayalım, hem dünyaya hem de bizlerle bu dünyada birlikte yaşayan hayvanlara âdil olmak zorundayız. Değişimi kendimizde başlatıp gerçeklerin, sebep olduklarımızın, karşı çıkmayarak onayladığımız […]”
Yazı:Burak Özgüner | Sivil Sayfalar | 30 Kasım 2017
“Devletlerin değişmesini beklemek yerine biz neden değişmiyoruz? Öyle bir noktadayız ki “Türkiye’de hayvan hakları yok da Avrupa’da var mı” diye düşünüp koyvererek kendimizi daha da beter bir döneme doğru sürüklüyoruz. Nerede yaşarsak yaşayalım, hem dünyaya hem de bizlerle bu dünyada birlikte yaşayan hayvanlara âdil olmak zorundayız. Değişimi kendimizde başlatıp gerçeklerin, sebep olduklarımızın, karşı çıkmayarak onayladığımız devlet politikalarının nelere mal olduğunun farkına varmakla başlayabiliriz işe.”
Türkiye’de hayvan hakları mücadelesi verenler olarak, toplumdan sık sık, “ülkede insan hakları var mı da hayvan hakları olsun” gibi yorumlarla karşılaşırız. Coğrafyamızın insan hakları karnesi kötü olduğu kadar hayvan hakları karnesi de kötü. Evet, Türkiye’de hayvan hakları yok. Peki, insan hakları açısından bizden iyi durumda olan Avrupa’da hayvan hakları var mı? Mesela şu sıralar İngiltere’nin, hayvanların acıyı hissedemeyen canlılar olarak kabul edilmesini oyladığını biliyor musunuz? İngiltere, hayvanlara cansız, hissiz “makineler” benzetmesini yapan Descartes’lı yıllara dönüyor.
Geçen eylül ayında, her sene Lüksemburg’da düzenlenen Uluslararası Hayvan Hakları Konferansı’ndan sonra, Sivil Düşün Aktivist Destek Programı’nın desteği ile Hollanda’ya bir çalışma ziyareti gerçekleştirdik. Oradaki hayvan örgütleri ve Hollanda Parlamentosu’nda beş sandalyesi bulunan Partij voor de Dieren (Hayvanlar için Parti) ile görüştük. Hollanda’da hayvan haklarının ne durumda olduğunu görüştüğümüz örgütlere sorduk. Hayvan hakları açısından, Hollanda’daki durum, tabii ki Türkiye’den çok daha iyi durumda ancak ne hayvanlar ne de biz hayvan hakları savunucuları için tatmin edici durumda. Çünkü oradaki durum da daha çok hayvan refahı gelişmelerinden ibaret. Hayvanlar açısından kazanılmış bir hak maalesef yok.
Hayvan refahı, kimin refahı?
“Hayvan refahı” diye bir terim var. Bu terim, size, hayvanların iyiliğine yarayan bir şeymiş gibi gelebilir ancak bu teorinin temelinde yine insan menfaati yatıyor. Bu teoriye, kafes genişletme, hayvanların serbest gezmesine olanak sağlama, eti için sömürülen hayvanların kesimi esnasında elektroşok uygulama gibi uygulamalar dâhil. Bu uygulamalar, sizlerin içini rahatlatabilir ancak hayvan refahı teorisi, hayvanlar için tutsaklık, zorbalık, işkence, ölüm gibi süreçleri sonlandırmıyor, aksine insanların zihninde bir rahatlatma sağlayıp hayvan sömürüsünü meşrulaştırıyor. Hayvanlar en azından öldürülürken acı çekmesinler diye düşünebilirsiniz ancak onların hepsi yaşamak istiyor, hepsinde yaşama tutunma, hayatta kalma güdüsü var. Böyle bir gerçeklik karşısında, “hayvan refahı” diye bir teori üretip onları, kaçınılmaz bir son olarak ölüme göndermek, bunda bir sakınca görmemek çok tehlikeli yerlere taşıdı insanlığı ve taşımaya da devam ediyor. Avrupa’da da bu hayvan refahı uygulamalarına sıkça rastlamak mümkün, bunun için Avrupa parlamentolarında özel mevzuat çalışmaları yapılıyor.
“Refah toplumu”nun çözümü: Hayvan refahı
Avrupa devletlerinin vatandaşlarına sunduğu “refah toplumu” olanakları, şüphesiz başka konuların da gündeme gelebilmesinin önünü açmış. Çevre, hayvan refahı gibi konular, Avrupa ülkelerinde, bizim coğrafyaya göre daha sık tartışılıyor, yer tutuyor. Hayvan refahı ise hayvanları, hisleri, acı çekme yetileri olan, duyarlı özneler, birey oldukları çizgisinden, gerçekliğinden uzaklaştırıyor. Tüm Avrupa’da, hayvanlar için korkunç anlamlar taşıyan hayvan deneyleri ve “hayvancılık” endüstrisi gibi alanlardaki zulüm, ölüm, esaret, kurallara bağlanmış durumda. Bahsettiğim bu alanlarda, sömürülen ve öğütülen bir hayvan olmadığım için, bu kuralların bizzat hayvanlar için ne kadar rahatlatıcı olduğundan tam olarak bahsedemiyorum. Ama şunu rahatlıkla söyleyebiliyorum, refah toplumunun bu çözümü hayvanları ölümden, sömürüden kurtarmıyor. Yani bu çözüm, hayvanlara yaramıyor; daha çok insan vicdanına hitap ediyor, insanın içini rahatlatıyor.
Mesela, Hollanda’ya yaptığımız çalışma ziyaretinde, Amsterdam’ın göbeğinde faytonlarla karşılaştık. İnsan haklarının uygulanabilir olduğu bir ülkede, hayvan hakları neden uygulanamıyor? Bir hayvanın sahip olduğu hak, ona neden ısrarla teslim edilmiyor? Sömürünün turizm, kente cazibe katmak, nostalji gibi saçma gerekçeler ile devam ettirilmesi, daha da yoz bir düşünce değil mi? Aynı zihniyet, sadece İstanbul Adalar’da, yılda 400 civarında atın, sömürülürken yaşamını yitirmesine sebep oluyor.
İçinde esaret, işkence, zorbalık, ölüm olan bir ortamda, haktan da bahsetmek mümkün değil. Özetle, ne Türkiye’de ne de Avrupa’da hayvan haklarından bahsedebiliyoruz.
Hayvan esareti Avrupa’da da yasal
Örneğin yine Hollanda’da hayvanlı sirklerde, sadece yaban hayvanlarının hapsedilmesi ve sömürülmesi yasaklanmış, “evcil” diye tanımlanan hayvanların sirklerde sömürülmesi hâlâ yasal. Bu tabii ki çoğu ülkede, sirklerde hapsedilen, işkence gören ve sömürülen yaban hayvanları açısından sevindirici bir gelişme ancak bu yeterli mi? Tabii ki değil, örneğin hayvanat bahçeleri Türkiye’de olduğu gibi, Hollanda’da da hâlâ yasal… İnsan olarak, bizim dışımızdaki hayvanları eğlenmek için işkence ile ya da işkencesiz eğitme, onlara seyirlik mal muamelesi yapma gibi bir hakkımız olduğunu düşünmemiz ne kadar ahlâkî ve de âdil? Türkiye’de ise hayvanlı sirklerin ve yunus parklarının yasaklanması, 2014 yılından beri gündemde. Bu alanda Yunuslara Özgürlük Platformu’nun başı çektiği mücadelede, her türlü bilimsel argümana ve toplumsal muhalefete rağmen yunus parkları da hayvanlı sirkler de hâlâ yasal bir şekilde birer hapishane ve işkencehane olarak para kazanmaya devam ediyor ülkemizde…
Hayvan koruma derecelendirmesi: Türkiye: E – Hollanda: B
World Animal Protection’ın 108 ülkenin ulusal mevzuatını tarayarak ‘A’dan (en iyi) ‘G’ye kadar (en kötü) derecelendirdiği skalada; Türkiye ‘E’ notu alırken, Hollanda ‘B’ notu almış. Hayvanları koruma konusunda, Avrupa‘da en kötü olarak belirlenen ülke ise ‘G’ notu ile Belarus olmuş ki hemen belirteyim, Belarus insan hakları konusunda da yerlerde sürünüyor.
‘A’ notu alan Avrupa ülkeleri: Avusturya, İsviçre, İngiltere
‘B’ notu alan Avrupa ülkeleri: Almanya, Danimarka,Hollanda, İsveç
‘C’ notu alan Avrupa ülkeleri: Fransa, İtalya, Polonya, İspanya
‘D’ notu alan Avrupa ülkeleri: Romanya
‘E’ notu alan Avrupa ülkeleri: Türkiye, Ukrayna
‘F’ notu alan Avrupa ülkeleri: Rusya
‘G ‘notu alan Avrupa ülkeleri: Belarus
İngiltere Descartes’lı yıllara, 1600’lere dönme eğiliminde
Avrupa Birliği Anayasası’nda hayvanlar hissedebilir, duygulu bireyler olarak kabul ediliyor. AB Anayasası da yukarıdaki derecelendirme de sizi yanıltmasın. Mesela Brexit ile Avrupa Birliği’nden ayrılan İngiltere, bu ayrılık sürecinde kendi yasalarını tekrar gözden geçiriyor. İngiltere’nin notu ‘A’ olsa da şu sıralar İngiltere Parlamentosu, hayvanların hissedemeyen canlılar olduğunu kabul etmeyi oyluyor. İngiltere’de hayvanlı sirklerin yasaklanmaması için kraliyetin ve nüfuzlu siyasetçilerin lobicilik aşamasında devreye girdiğini biliyoruz. İngiltere’de hayvan kurtaran, özgürleştiren ve hayvanları sömüren, öldüren şirketlerin kirli sırlarını açığa çıkaran hayvan hakları aktivistlerine özel olarak çıkartılan “anti-terör” yasası var. Buradaki muazzam devlet baskısını düşünebiliyor musunuz? İngiltere’de devlet, aktivistleri, oyunu kurala göre oynamazlarsa onları da tıpkı hakları için mücadele ettiğimiz hayvanlar gibi kapatmakla tehdit ediyor.
Farklı bir suç mekânı: Hayvan “genelevleri”
Türkiye’de 2004 senesinde yürürlüğe giren Hayvanları Koruma Kanunu ile işkence, “hayvanlar ile cinsel ilişkiye girmek”, cinsel şiddet yasaklandı. Hollanda’da ise bestialite (hayvanlarla cinsel ilişki) 2010 yılında yasaklandı. Finlandiya’da ise hayvanlarla cinsel ilişkiye girmek hâlâ yasal. Avrupa’da daha düne kadar, yasal olmamasına rağmen bazı ülkelerde de halen hayvan “genelevleri” olduğunu biliyoruz.
Hayvana işkence: Türkiye’de 546 TL; Hollanda’da altı aya kadar hapis
Avrupa’da birçok devlet, hayvana şiddetin ucu devlete ve toplumun bütününe dokunacağını öngördüğünden, toplumsal şiddeti azaltmak için hayvanlara yönelik suçlar için de hapis cezası verilebilmesi için kanunî düzenlemeye gitti. Hollanda’da ise hayvana işkence ya da tecavüz eden kişiye altı aya kadar hapis cezası verilebiliyor. Hollanda’da görüştüğümüz tüm örgütlere, hayvanlara yönelik işlenen suçlara dair cezaları özel olarak sordum. Görüştüğümüz örgütler, hayvana işkence ya da tecavüz eden kişilere genelde adlî para cezası verilerek yetinildiğini, bu fiil tekrarlanırsa ya da karşılaşılan vaka toplumda infial oluşturmuşsa faile nadiren hapis cezası verildiğini aktardı. Hayvana tecavüz, işkence Avrupa’da da genelde hürriyeti bağlayıcı bir suç olarak görülmüyor. Oradaki ceza hukuku sistemi de oldukça sıkıntılı yani… Bizler de Türkiye’de, karşılığı yere çöp atmak ile aynı olan hayvanlara yönelik suçların, Türk Ceza Kanunu kapsamına alınması için uzun yıllardır uğraşıyoruz. Hollanda’da görüştüğümüz aktivistler de bizimle aynı endişeyi ve düşünceyi taşıyor: Hayvana yönelik suçlarda failin tespiti ve delil toplamak oldukça zor, dolayısıyla yargılama ve cezalandırma da kolay yapılamıyor.
Devletler değişmiyorsa biz değişelim
Avrupa’da hayvan hakları yok, Türkiye’de de yok; dünyadaki, “süper güç” olarak adlandırılan devletler ise bırakın hayvan haklarını tartışmayı, iklim değişikliğini geciktirmek için bile harekete geçemeyecek kadar aciz durumda ve doğa düşmanı pozisyonda. Felakete sürüklenirken el el üstünde bekleyecek miyiz? Devletlerin değişmesini beklemek yerine biz neden değişmiyoruz? Öyle bir noktadayız ki “Türkiye’de hayvan hakları yok da Avrupa’da var mı” diye düşünüp koyvererek kendimizi daha da beter bir döneme doğru sürüklüyoruz. Nerede yaşarsak yaşayalım, hem dünyaya hem de bizlerle bu dünyada birlikte yaşayan hayvanlara âdil olmak zorundayız. Değişimi kendimizde başlatıp gerçeklerin, sebep olduklarımızın, karşı çıkmayarak onayladığımız devlet politikalarının nelere mal olduğunun farkına varmakla başlayabiliriz işe.
Hisleri, duyguları olan hayvanlara karşı asgarî bir yükümlülük hissedip onları öldürmeden, sömürmeden yaşayabileceğimizi sanırım hepimiz artık biliyoruz. “Ben değişsem ne olur ki” diye düşünerek harekete geçmiyorsak bu ülkenin de dünyanın da değişmeyeceği, değişemeyeceği ortada. Bazen adaletsizliğe, zulme karşı hiçbir şey yapamadığımız hissine, çaresizliğine kapılabiliyoruz. Önce kendimizi değiştirelim, sonra bizimle aynı düşünen, aynı dertlere sahip olan insanlarla bir araya gelip hayvanlar için, kendimiz için, toplum için birlikte neler yapabileceğimizi görelim. Harekete geçmek, hiçbir şey yapmamaktan daha iyidir. Değişimi kendinizde başlatarak, durduğunuz yerden bile dünyayı değiştirebileceğinizi unutmayın.
Ana Görsel: Kopenhag Hayvanat Bahçesi’nde çocukların gözü önünde kesilen, “üretim fazlası” yavru zürafa.
*Bu yazı, ilk olarak biamag’de yayınlanmıştır. Yazarının izni alınarak Sivil Sayfalar tarafından da paylaşılmıştır.