Uluslararası Hayvan Hakları Konferansı’nın ardından…

““Uluslararası Hayvan Hakları Konferansı’nda bir kez daha gördüm ki yüreği hayvanların özgürlüğü, kurtuluşu için atan binlerce insan, hayvanlar için çabalıyor. Bunu görmek, yalnız olmadığımızı bilmek bile benim için çok önemliydi. Cehennem koşullarında yaşamaya mahkum edilen hayvanlar için, yapabileceğiniz birçok şey olduğunu unutmayın” Her sene Lüksemburg’da düzenlenen Uluslararası Hayvan Hakları Konferansı’na, Sivil Düşün Aktivist Programı’nın desteği […]”

Yazı:Burak Özgüner | Sivil Sayfalar | 06 Kasım 2017

“Uluslararası Hayvan Hakları Konferansı’nda bir kez daha gördüm ki yüreği hayvanların özgürlüğü, kurtuluşu için atan binlerce insan, hayvanlar için çabalıyor. Bunu görmek, yalnız olmadığımızı bilmek bile benim için çok önemliydi. Cehennem koşullarında yaşamaya mahkum edilen hayvanlar için, yapabileceğiniz birçok şey olduğunu unutmayın”

Her sene Lüksemburg’da düzenlenen Uluslararası Hayvan Hakları Konferansı’na, Sivil Düşün Aktivist Programı’nın desteği ile, Hayvan Hakları İzleme Komitesi (HAKİM) olarak katıldık. Konferansta Türkiye’de hayvan hakları ve güncel sosyal-politik durum hakkında bir sunum gerçekleştirdik. Cumhurbaşkanı Erdoğan, hayvan hakları konferansında da gündemdeydi.

Konferansta, Türkiye’den, çoğu birbirini tanımayan yaklaşık on kişiydik. Hayvan hakları aktivisti ve gazeteci- yazar Zülâl Kalkandelen ile yolumuz Lüksemburg’da da kesişti. Ricamız üzerine sağ olsun, Zülâl Kalkandelen bizi kırmadı ve birlikte yaptığımız sunumda, Türkiye’de veganizm ve hayvan hakları hareketine dair bir konuşma yaptı. Türkiye’deki hayvan hareketinin, kurtulamadığı refahçı (hayvanların köleliğine, sömürüsüne ve öldürülmesine karşı çıkmayıp bu süreçlerin “insanî” koşullarda işletilmesi gerektiğini savunan teori) çizgiden kaynaklanan tutarsızlığına dikkat çekti.

Yaptığımız sunumda, Türkiye’de hayvan haklarının durumu, hayvanların hukukî statüsü, mevzuatın hayvanlara yaklaşımı, farklı konu ve alanlarda hayvanları ilgilendiren ulusal mevzuat, hayvanlar için verdiğimiz mücadele, hayvan hakları mücadelesinde bir yöntem olarak vicdanî ret, darbe girişimi ve devam eden OHAL’in ülkeye, sosyal hareketlere etkisi üzerine konuştuk.

“Teorik sunumların ağırlıklı olduğu bir konferans yerine coğrafî ve küresel çapta karşılaşılan sorunların tespiti ve bu sorunların çözümü, transnasyonal bir dayanışma ağının oluşturulması konularına ağırlık verilseydi konferans daha verimli geçebilirdi”

Türkiye’deki savaş ve çatışma ortamı

Ben de savaş ve çatışma koşullarının hüküm sürdüğü bölgelere yaptığım ziyaretlerde edindiğim gözlem ve izlenimleri, dünyanın dört bir tarafından gelen hayvan hakları aktivistleri ile paylaştım; savaşın insanlarla birlikte hayvanlar ve doğayı da katlettiğini bir kez daha dillendirdim. Benim için oldukça travmatik olan, epey zorlu geçen bu ziyaretler, konferans aracılığıyla kısmen bir kez daha amacına ulaşmış oldu; tanık olduğum yıkımı, zulmü, katliamı uluslararası bir platformda bir kez daha ifade etme imkânı buldum. Gerçekleri aktararak, yaptığımız sunum ile maalesef herkesin içini kararttık.

Konferansa dair…

Konferans programı, bana göre çok fazla teoriye boğulmuştu. Hepimiz hayvan hakları hareketinde aktif söylem ve eylem üreten insanlardık. Teorik tartışmalar elbette önemli, mücadelenin ilkelerinin belirlenmesi açısından hayatî öneme sahip ama programda geniş bir yer tutan teorik sunumlar, konferansa dair beklentilerimizi biraz boşa çıkardı diyebilirim. Teorik sunumların ağırlıklı olduğu bir konferans yerine coğrafî ve küresel çapta karşılaşılan sorunların tespiti ve bu sorunların çözümü, transnasyonal bir dayanışma ağının oluşturulması konularına ağırlık verilseydi konferans daha verimli geçebilirdi diye düşünüyorum. Transnasyonal bir iletişim ve dayanışma ağı, özellikle gün geçtikçe izole bir hâle getirilen, yalnızlaşan ve dolayısıyla yalnızlaştırılan Türkiye gibi ülkelerdeki sosyal hareketler için oldukça önemli ve gerekli. Ancak ne olursa olsun, aynı mücadeleyi veren güzel insanlarla dört günümüzü paylaşmak, yaşadığımız ülkelerde ve küresel olarak karşımıza çıkan, hayvanların sorunlarını ve mücadeledeki engelleri sohbet ortamında, birebir tartışmak, dünyanın dört bir yanında hayvanların kurtuluşu için çabalayan yeni insanlarla tanışmak, tabii ki oldukça umut vericiydi.

Almanya, Fransa, İsveç, İsviçre, İtalya, Estonya, Polonya, İngiltere, Avustralya, Brezilya, ABD, Belçika, Hollanda, Çekya, Slovenya, Danimarka, Avusturya, İspanya, Norveç, İrlanda, Portekiz’den konuşmacıların olduğu konferansta, hayvan deneylerinden kürke, avcılıktan yumurta endüstrisine. esaret altındaki hayvanlardan balıkçılık endüstrisine, veganlıktan iklim değişikliğine kadar birçok konu üzerine konuşuldu. Farklı ülkelerdeki, hayvan haklarını ilgilendiren gelişmeler hakkında konuşmalar yapıldı. Uluslararası kampanyalar hakkında sunumlar ve hayvan hakları mücadelesinin daha etkin bir şekilde yürütülmesi için atölyeler gerçekleştirildi, film gösterimleri ve konserler düzenlendi. Bizler de “Genç İnsanlara Ulaşmak” konulu açık tartışmada, bir yıllık bir çalışmanın sonucunda ortaya çıkardığımız “Çocuklar İçin Türcülük ve Hayvan Hakları Atölyeleri” çalışmamız kapsamında açık kaynak hâline getirdiğimiz atölye modelini ve atölye modelinin oluşturulması sürecindeki gözlem ve izlenimlerimizi katılımcılarla paylaştık.

Nonhuman Rights Project

Konferans boyunca takip ettiğim birçok konuşma ve sunum arasında, Nonhuman Rights Project’in kurucusu Steven Wise’ın konuşması gerçekten umut ve ilham vericiydi. Wise, evrensel hukuk ilkelerini ve hukuku bir araç olarak kullanarak, Brezilya’daki Mendoza Hayvanat Bahçesi’nde bir kafesin içinde tek başına esaret altında tutulan ve Cecilia adı verilen şempanzeyi  Great Ape Project Brazil (GAP) ile nasıl kurtardıklarını, bizim dışımızdaki hayvanların bireylik hakkının kazanılması için nasıl bir mücadele yürüttüklerinden bahsetti. Türkiye’de birlikte çalıştığımız avukat dostlarımızın ve hak mücadelesi veren tüm avukatların, bu konuşmayı dinlemesini ve Nonhuman Rights Project’ten ilham almalarını diliyorum. Steven Wise’ın konuşmasının video kaydı bu linkten izlenebilir. Ayrıca, dünyada bir ilk olarak, tutsak şempanze Cecilia’nın, nasıl “insan olmayan birey” ilân edildiği ile ilgili olarak, Yunuslara Özgürlük Platformu’nun çevirdiği röportaj bu linkten okunabilir.

“…hayvanlar için çok yönlü sürdürdüğümüz bu mücadelede, aynı zamanda yasal süreçleri işleterek, hukuku bir araç olarak kullanarak hayvanların haklarını korumaya çalışıyoruz. Darbe ve ardından gelen, âdeta başka bir darbe niteliği taşıyan OHAL’in, yargıyı oldukça etkisizleştirdiği ve siyasîleştirdiği, adliyeleri neredeyse bloke ettiği ise su götürmez bir gerçeklik”

Eğitimde vicdanî ret hakkı

İlgimi çeken başka bir kampanya tartışması da hayvan deneyleri konusunda oldu. “Anti-vivisection” başlıklı kampanya tartışmasında, Brezilyalı aktivistler, ülkelerinde eğitimde vicdanî ret hakkının nasıl kazanıldığına ilişkin önemli deneyimler aktardılar. Bizler de Türkiye’de eğitimde vicdanî ret hakkının tanınması için bir kampanyaya başlamıştık ancak bu kampanya, Türkiye’nin bizi oradan oraya savuran süreçleri sayesinde, belli bir süre içerisinde sönümlenmişti. Etkinlikte konuşan Profesör Paula Brügger, akademisyenlerin bağnazlığı ve otoriterliğinden, akademik kariyer uğruna katledilen binlerce hayvandan ve hayvan deneylerinin gereksizliğinden bahsetti. Türkiye’de de üniversitelerindeki eğitimleri sırasında, hayvan katletmeyi ya da kullanmayı reddeden çoğu öğrencinin yoğun baskı gördüğünü biliyoruz. Her türlü zorluğa rağmen, eğitimde vicdanî ret hakkı Brezilya’da anayasal bir hak olarak kabul edilmiş durumda. Darısı Türkiye’nin başına diyorum…

“Darbe ve OHAL’in hayvanlarla ne ilgisi var?”

Konferansta tanıştığımız ve sunumumuzun içeriğini merak eden Türkiyeli bir hayvan korumacı, “darbe ve OHAL’in hayvanlarla ne ilgisi var ki?” diye bana sordu. Bizler, hayvanlara bireysel olarak uygulanan şiddetin yanında, yoğun bir şekilde karşımıza çıkan kurumsal şiddet ile de mücadele ediyoruz. Toplu zehirlemeler, usulsüz hayvan toplamaları, tecrit, toplama kampı işkenceleri gibi vakaların ve mekansal olarak, hayvan türleri açısından farklılık gösteren, her çeşit hayvan hakları ihlâlinin yaptırımla karşılık bulamayışı, Türkiye’de sürekli deneyimlediğimiz pratiklerdi. Ancak şu anda, bahsettiğim bu kurumsal şiddet ile mücadele etmek neredeyse imkânsız. Bizler, hayvanlar için çok yönlü sürdürdüğümüz bu mücadelede, aynı zamanda yasal süreçleri işleterek, hukuku bir araç olarak kullanarak hayvanların haklarını korumaya çalışıyoruz. Darbe ve ardından gelen, âdeta başka bir darbe niteliği taşıyan OHAL’in, yargıyı oldukça etkisizleştirdiği ve siyasîleştirdiği, adliyeleri neredeyse bloke ettiği ise su götürmez bir gerçeklik… Ülkemizde bir devlet geleneği olarak, yöneticilerin hesap vermemesi, devlet memurlarının soruşturulmaması ve cezasızlık konuları, içinden geçtiğimiz bu dönemde iyice ayyuka çıkmış durumda. Milletvekilleri aracılığıyla TBMM Başkanlığı’na sunulmasını sağladığımız, hayvan hakları ihlâlleri ile ilgili soru önergelerine bir cevap dahi alınamıyor.

Özellikle darbeden sonra, normal koşullarda yaşadığımızı kim iddia edebilir? Sivil toplum olarak çalışmalarımıza devam etmeye çalışıyoruz ancak Türkiye’de her daim mevcut olan devlet baskısı daha da artmadı mı? Örneğin, bizim, Çocuklar İçin Hemen Şimdi Barış Girişimi’nde, Denge ve Denetleme Ağı’nda birlikte olduğumuz, çalışmalarına kefil olduğumuz Gündem Çocuk Derneği OHAL’de kapatılmadı mı? Geçen sene, Ordu’da düzenlemek istediğimiz 3. Avrasya Hayvan Hakları Buluşması’nı OHAL nedeniyle iptal etmek zorunda kalmadık mı? İnsan hakları kadar politik ve toplumsal bir mücadele olan hayvan hakları hareketi, bu süreçten hiç etkilenmedi diyebilir miyiz? Devlet eliyle kanunun dışına itilmiş olan hayvanlar için bir hak mücadelesi vermek, bu koşullarda daha da zorlaştı. Verdiğimiz mücadeleden, geçmişte de tatmin edici sonuçlar alamıyorduk ancak son yıllarda tutunduğumuz tek dal olan hukuk da neredeyse tamamen işlevsiz hâle gelmiş durumda. Biz aktivistlerin yaşadığı yoğun travma, baskı ve tükenmişlik hâlinden bahsetmiyorum bile…

“Konferansa Almanya’dan katılan aktivistler ise, Almanya basınının, Erdoğan hakkında her gün saatlerce yayın yaptığını, Cumhurbaşkanı’nın konuşmalarını sürekli aktardığını ifade etti ve “Almanya’da içimiz dışımız Erdoğan, artık katlanamıyoruz, siz Türkiye’de buna nasıl katlanıyorsunuz?” diye sordular”

“Nasıl vize aldınız?”

Konferans boyunca, katılımcıların “Nasıl vize aldınız?” soruları ile sıkça karşılaştık.  HAKİM’in yürüttüğü hak ihlâllerini raporlama çalışmasını da daha önce desteklemiş olan Sivil Düşün Aktivist Destek Programı’nı yürüten AB Türkiye Delegasyonu’nun vize destek yazısı olmasaydı, muhtemelen vize alamayacaktık zaten. Konferansta konuşmacı olan, Kenya ve Pakistan’dan gelecek olan aktivistlerin ise maalesef vize alamadığını öğrendik. Halbuki en çok onların deneyimlerini merak ediyorduk ancak kendileri ile tanışamadık. Sınırlara, Avrupa Birliği’nin vize politikasına bir kez daha lanet okuduk. Pakistan ve Kenya’dan konuşmacılar, konferansa katılamayınca, “üçüncü dünya ülkesi” olarak Türkiye’den gelen aktivistler, yani bizler, konferans katılımcıları tarafından yoğun ilgi gördük. Bu yoğun ilgi, zaman zaman bizim için rahatsız edici boyutlara ulaştı.

Gündemden düşmeyen “dünya lideri” Erdoğan…

Cumhurbaşkanı Erdoğan, konferansta da gündemdeydi. Birçok ülkeden aktivist, Türkiye ve Erdoğan hakkında birçok soru sordu; herkese esip gürleyen bir cumhurbaşkanı olarak, kendisi merak konusuydu. Kimi aktivistler ise Erdoğan’ı, “çılgınlık” konusunda Trump’la benzeştirdi ve bu çılgın “dünya liderleri” olduğu sürece, “hepimizin işi çok zor” diye yakındı. Konferansa Almanya’dan katılan aktivistler ise, Almanya basınının, Erdoğan hakkında her gün saatlerce yayın yaptığını, Cumhurbaşkanı’nın konuşmalarını sürekli aktardığını ifade etti ve “Almanya’da içimiz dışımız Erdoğan, artık katlanamıyoruz, siz Türkiye’de buna nasıl katlanıyorsunuz?” diye sordular.

Sohbetlerde, Türkiye’de hayvanların korunması ile ilgili mevzuatın ilk kez AK Parti döneminde kabul edilerek yürürlüğe girdiğini ama kanunun 13 senedir uygulanmadığını, insan haklarının bile çok zor savunulduğu bir dönemde hayvan haklarını savunmanın ne kadar güç olduğunu aktardık. Aynı zamanda, hayvanlara yönelik hak ihlâllerinin önlenmesi ve mevzuatın hayvanlar lehine iyileştirilmesi için, siyasî bir aktör olarak hükümet ve AK Parti’nin muhatap olduğundan ve hükümet ile diyaloğun sürdürülmesinin hayvanlar için öneminden de bahsettik. 2004’te yasalaşan ve AK Parti için siyasî bir başarı olarak değerlendirilebilecek Hayvanları Koruma Kanunu’nun hükûmet tarafından neden sahiplenilmediğini gerçekten merak ediyorum. Mesela, neden 13 senede bir tane bile belediye başkanı, Hayvanları Koruma Kanunu’na muhalefet ettiği için, görevi kötüye kullanmaktan yargılanıp cezalandırılmadı? Cumhurbaşkanı’nın, AK Partili bakan ve yöneticilerin, sık sık sarf ettikleri “Yaratılanı severiz, yaratandan ötürü” sözünden hepsinin hayvanları sevdiğini biliyoruz. Türkiye, hayvanları koruma hakkında bir mevzuata kavuştuğundan beri, hayvanları sevmenin yeterli olmadığını bizzat deneyimliyoruz. Onların haklarına saygı duyulmadığı sürece, barınaklardan, hayvanat bahçelerinden, yunus parklarından, hayvanların tutulduğu bilumum tesisten, onların imdat çığlıkları yükselmeye devam edecek.

“Bugün korkunç boyutlara ulaşan ve önümüzdeki yıllarda bizi bekleyen ekolojik felaketlerin başlıca sebeplerinden de olan hayvancılık endüstrisi, devlet koruması altında gerçekleşiyor. Bu nedenle, hayvan hakları mücadelesi dünyadaki en zor mücadelelerden bir tanesi”

“Sizin yerinizde olsaydık mücadeleyi bırakırdık”

Bizimle iletişim kuran katılımcıların kimisi, Türkiye gibi bir ülkede yaşadığımız için bizim için üzüldüğünü söyledi; kimisi ise savaştan, çatışmadan tarumar olan Suriye ile Türkiye’yi karşılaştırdı. Bu tarz tepki veren insanlara, asıl ihtiyacımız olan şeyin dayanışma olduğunu ısrarla anlattık. Bazı katılımcılar ise, aktardığımız bilgiler ve uluslararası basından takip ettiklerine dayanarak, “sizin yerinizde olsaydık mücadeleyi bırakırdık” dedi. Aktivistlerin bu denli “uç” noktalarda, hatta rahatsızlık verici boyutlarda yorum yapmalarını, şahsen Türkiye’nin iç ve dış politikadaki basiretsizliğine bağlıyorum.

Hayvan hakları tüm dünyada yok sayılıyor

Konferansın ardından, bir kez daha, tüm dünyada hayvan haklarının yok sayıldığını kolaylıkla söyleyebilirim. Bugün korkunç boyutlara ulaşan ve önümüzdeki yıllarda bizi bekleyen ekolojik felaketlerin başlıca sebeplerinden de olan hayvancılık endüstrisi, devlet koruması altında gerçekleşiyor. Bu nedenle, hayvan hakları mücadelesi dünyadaki en zor mücadelelerden bir tanesi. Devletlerle ayrı, hükümetlerle ayrı, sermaye grupları ile ayrı, yoğun bir tüketim çılgınlığı bombardımanı altında olan ve birçok faktör nedeniyle sorgulamaya kapalı toplum ile ayrı mücadele etmeniz gerekiyor.

Hayvanlar için hepimizin yapabileceği şeyler var

Mücadelemiz zor, karşılaştığımız engeller çok büyük ancak umudumuzu kaybetmeden mücadeleye devam ediyoruz çünkü her gün milyonlarcası öldürülen, sömürülen, sistematik işkenceye maruz bırakılan, ailesinden koparılan, müebbet hapse mahkum edilen hayvanların, bizlerden başka kimsesi yok. Uluslararası Hayvan Hakları Konferansı’nda bir kez daha gördüm ki yüreği hayvanların özgürlüğü, kurtuluşu için atan binlerce insan, hayvanlar için çabalıyor. Bunu görmek, yalnız olmadığımızı bilmek bile benim için çok önemliydi. Cehennem koşullarında yaşamaya mahkum edilen hayvanlar için, yapabileceğiniz birçok şey olduğunu unutmayın. Hiçbir şey yapamasanız bile, değişimi kendinizde başlatabilirsiniz. Hayvanlara uygulanan rutin ve sistematik şiddet artık gün gibi ortada. Gerçeklerin farkında değilseniz “Earthlings” filmini izlemekle başlayabilirsiniz ve hayvanlara uygulanan zulme ortak olmamak için vegan olmayı en azından deneyebilirsiniz.

Bu yılki Uluslararası Hayvan Hakları Konferansı’ndaki konuşmaların video kayıtlarına, konferansın Youtube kanalından erişilebilir.

Show CommentsClose Comments

Leave a comment