Vekiller “Meclise STK giremez!” Pankartı da Tutacaklar Mı?

“TBMM İçtüzüğünde Değişiklik Yapılmasına Dair İçtüzük Teklifi, TBMM Genel Kurulu’nda kabul edildi. Parlamentodaki beş siyasî parti grubunun mutabakatı ile kabul edilen içtüzük değişikliği teklifinde, sivil toplumun yasama çalışmalarına katılımı teoride engellendi.”

Yazı:Burak Özgüner | Sivil Sayfalar | 11 Ekim 2018

TBMM Başkanı Binali Yıldırım’ın “TBMM İçtüzüğünde Değişiklik Yapılmasına Dair İçtüzük Teklifi”, 1 Ekim’de TBMM Başkanlığı’na sunuldu. Kanun teklifi, 4 Ekim’de Anayasa Komisyonu’nda görüşüldü. Komisyon, 5 Ekim’de raporunu verdi. Meclisteki beş siyasî partinin mutabakatı ile şekillenen ve 9 Ekim’de TBMM Genel Kurulu’na inen içtüzük değişikliği kanun teklifi, aynı gün kabul edildi. Sivil toplum ise teklif daha komisyondayken ötelendi ve teklifteki, sivil toplumun yasama çalışmalarına katılımı ve bilgisine başvurulması maddeleri yine beş siyasî partinin mutabakatı sonucunda, oy birliği ile metinden çıkartıldı. TBMM Başkanı’nın ve son başbakanın teklifinde yer alan sivil toplumla ilgili iki madde, parlamentodaki partileri neden rahatsız etti? Ya da sivil toplum, başka siyasî uzlaşmalar, çıkarlar nedeniyle hem iktidar hem de muhalefet tarafından gözden mi çıkarıldı, feda mı edildi?

İçtüzük değişikliğine dair kanun teklifi daha TBMM Başkanlığı’na sunulmadan Sivil Sayfalar’da bir yazı yazmıştım ve şunları ifade etmiştim: “Sivil toplumun, parlamentodaki sesinin kısılması ve yasama süreçlerine katılımının engellenmesi, parlamentoyu güçlü ve işlevsel kılmaz, aksine parlamentoyu boş bir meydan, 600 kişilik bir sahneye dönüştürür ki bunun Türkiye’ye hiçbir faydası olmaz. Toplumsal meselelerin çözümünde gerek sahada gerekse mevzuat konusundaki aksaklıklar konusunda büyük bir bilgi birikimi olan sivil toplumu, yasama faaliyetlerinin dışında bırakmak, toplumsal muhalefetin sesini kısmak demektir. Ak Parti, “güçlü meclis” istiyor ise; katılımcılık, çoğulculuk gibi ilkeleri önemsiyor ise 2009’da olduğu gibi, sivil toplumun yasama süreçlerine katılımı için diğer siyasî partiler ile uzlaşma yoluna gider; Cumhurbaşkanı Erdoğan’a sunduğu TBMM İçtüzüğü taslağındaki yanlıştan döner. 

Ak Parti, bu yanlıştan döndü aslında. Evet, kâğıt üzerinde döndü. Binali Yıldırım’ın kanun teklifindeki, sivil toplumu ilgilendiren maddelerin gerekçelere hep birlikte bakalım:

Madde ile, komisyon çalışmalarının niteliğinin artırılması ve yasa yapım sürecine ilgili aktörlerin aktif katılımının sağlanması amacı doğrultusunda düzenleme yapılmaktadır. Bu kapsamda Meclis komisyonlarının çeşitli kurum ve kuruluşlardan bilgi alma ihtiyacı duyabileceği dikkate alınarak burada ortaya çıkabilecek boşluğu kapatmak amacıyla komisyonların bütün kamu kurumları ile özel kişi ve kuruluşlardan uzman sıfatıyla temsilci çağırmalarına dayanak hazırlanmıştır. Komisyonlara ayrıca ihtiyaç görülmesi halinde ilgili yasama uzmanlarının da çağırılabileceği hükme bağlanarak yasama tekniği bağlamında komisyon kapasitesinin güçlendirilmesi amaçlanmıştır.

Anayasa değişikliğinden kaynaklanmamakla birlikte, fiili bir duruma hukuki bir çerçeve kazandırmak için sivil toplum temsilcilerinin de toplantılara çağırılabilmesi metne dercedilmiştir. Böylece sivil toplum kavramı ilk defa İçtüzüğe girmektedir.” (Madde 6, Gerekçe)

“Madde ile, komisyonların bilgi altyapısını güçlendirme yönünde, kanunların uygulama sonuçlarını izlemeye dönük kurumsal bir çerçeve oluşturulmaktadır. Buna göre, komisyonlar, gerek duymaları hâlinde bakanlıklar ve kamu kurum ve kuruluşları ile kamu kurumu niteliğindeki meslek kuruluşları ve sivil toplum temsilcilerinden bir kanunun uygulanmasına ilişkin olarak bilgi isteyebileceklerdir. Bu bilgiler komisyonda görüşülebilecek ve bir rapora bağlanarak Meclis Başkanına sunulabilecektir.” (Madde 7, Gerekçe)

TBMM Başkanı Yıldırım’ın kanun teklifini okuduğumda, sivil toplum açısından ister istemez sevinmiştim ancak bu sevinç, tabii ki kursağımızda bırakılacaktı. 31 maddeden oluşan teklifin komisyon görüşmeleri sonunda, ortak önergeler ile teklifin 4 maddesi metinden çıkarıldı, 11 maddede de değişikliğe gidildi.

Metinden çıkarılan maddeler arasında “2. Madde: Başkanlık Divanı oluşturulurken, Başkan hariç hesaplama yapılması”, “4. Madde: Komisyonların adlarının ve görevlerinin değiştirilmesi”, “6. Madde: Komisyonlarda söz alma süreleri, komisyonların konuşma sürelerinin düzenlenmesi” ve “27. Madde: TBMM Bütçesinin Genel Sekreter tarafından hazırlanması” bulunuyordu.

Parlamentodaki siyasî partiler, demokrasi konusunda yine sınıfta kaldı!Siyasî partilerin neredeyse tamamının “katılımcılık”, “çoğulculuk”, “demokrasi” gibi kavramları ağızlarından düşürmediklerini biliyoruz. Ancak tekliften çıkarılan 4 maddeye baktığımda, sivil toplumun, parlamentonun toplamı, yani beş siyasî parti tarafından feda edildiğini düşünüyorum. Türkiye’de, parlamentoda bir kez daha feda kültürü, demokrasiden ağır bastı. Bu da parlamentodaki siyasî partilerin tamamının demokrasi konusunda sınıfta kaldığının bir göstergesi olarak hatırlanacak tabii ki. Bu kavramlar, partilerce tamamen beylik laflara indirgenmişken ve bu kavramların içi boşaltılıyorken parlamentoya, demokrasiye inanmak da olanaksız hâle geliyor. Peki, kabul edilen bu içtüzük teklifi, sivil toplumun parlamentodaki varlığı ve yasama çalışmalarına katılımı için dünyanın sonu mu? Tabii ki hayır. Ama Anayasa Komisyonu raporunda “büyük bir uzlaşı” olarak nitelendirilen durumun, aslında uzlaşı olmadığını, siyasî pazarlıkların bir ürünü olduğunu söylemek gerek. Bu durum, Türkiye’deki siyasî ahlâk açısından bence utanç verici!

İçtüzük değişikliği teklifinin ne şekilde kabul edildiğini düşündüğümüzde, toplumsal muhalefetin, parlamentodan ibaret olmadığı daha da keskinleşiyor. Hem parlamentoda, hem bürokraside, hem sokakta, kısacası hayatın her alanında kendisini var eden sivil toplum, toplumsal muhalefetin ana aktörlerinden biri ve parlamento bunu reddetmiş durumda. Sivil toplumun yasama çalışmalarına katılımından rahatsızlık duyulması ve bunun içtüzük değişikliğinde âdeta gözümüze sokulması, bizim için yeni bir durum değil. Dolayısıyla çok da şaşırmamak, karalar bağlamamak lâzım bence.

Yine hatırlatmakta fayda görüyorum: “Meclise köpek giremez” tartışmaları gündemi epey meşgul etmişti ve hiç de hoş karşılanmamıştı toplum tarafından… Parlamentonun ortak bir şekilde takınmış olduğu “Meclise STK giremez” tavrının, sivil topluma nasıl yansıyacağını ilerleyen günlerde göreceğiz. Ama muhalefet partilerinin “sesimiz parlamentoda kısılmak isteniyor” eleştirilerinin, nedense parlamentoda feda edilen sivil toplum için geçerli olmadığını görüyoruz.

Sivil topluma nacizane tavsiyeler

Sivil toplum, mevzuat düzenlemeleri ile hayattan tabii ki soyutlanamaz. Sivil toplumun parlamentodaki varlığı, yasama çalışmalarına katılım iradesi ve faaliyetleri, zaten bugün Türkiye parlamentosunun teamülü hâline gelmiş durumda ancak bu teamülde her zaman sivil topluma “figüran” muamelesi yapıldı. İçtüzük değişikliğine rağmen, bizler, parlamentodaki bu “figüran” yaklaşımını nasıl değiştirebileceğimiz konusunda kafa yorabiliriz ki parlamentonun sivil topluma ne denli ihtiyacı olduğunu, bütün sivil toplum aktörleri zaten biliyor. Kanun tekliflerinin, komisyonlarda sunulacak madde önergelerinin, yazılı soru önergelerinin çoğu, zaten sivil toplumdan geliyor. Sorumlu hisseden ya da parti ve toplum nezdinde görünürlük peşinde olan vekiller de bunları yasama çalışması olarak benimsiyor ve sivil toplum adına gerekli girişimlerde bulunuyor. Eksik olmasınlar…

Sivil toplumun parlamentoda feda edildiği 27. yasama döneminde, sivil toplum-parlamento ilişkilerimizi güçlendirmeye devam edelim. Dillere pelesenk edilen “güçlü meclis”, belli ki siyasî partiler tarafından hayata geçirilemeyecek. İstensek de istenmesek de parlamentoya gitmeye, yasama çalışmalarına katılma konusundaki irademizi ortaya koymaya devam edelim. Ola ki zor bela komisyon toplantılarına girebilirsek kask, baret, laboratuvar gözlüğü vb. koruyucu ekipmanları yanımızda bulunduralım. Şaka yapıyorum tabii ki!

Mücadele ve faaliyet alanlarımızı ilgilendiren tüm konularda, yasama çalışmalarına katılmak istediğimizi, ilgili ihtisas komisyonlarının başkanlarına ve sekreteryalarına bildirelim. Ne de olsa bu, sivil toplum için bir hak. Türkiye’yi, Birleşmiş Milletler ve Avrupa Konseyi üzerinden ilgilendiren, karar alma sürecine sivil katılım için iki ayrı uluslararası belge var: Paris İlkeleri ve Karar Alma Sürecine Sivil Katılım İçin İyi Uygulama İlkesi…

Yasama süreçlerini izlemek için geçici birliktelikler kurabileceğimizi unutmayalım. Yasama süreci boyunca nasıl yöntemlerin benimsendiği, katılım taleplerimizin ne şekilde karşılık bulduğu, muhalefet görüşlerine ne kadar yer verildiği, sürecin şeffaf yürütülüp yürütülmediğini raporlayabiliriz ve etkin bir yasama faaliyetinin nasıl yürütülmesi gerektiğine dair politika belgeleri hazırlayabiliriz. Kanun teklifleri için görüş ve öneri dosyalarımızı komisyonlara ve tüm milletvekillerine göndermeye devam edelim.

Bu yöndeki tüm çabalar, bu içtüzük değişikliğinde de görüldüğü gibi, çoğulculuğun, katılımcılığın tamamen silinmek istendiği Türkiye’de, oldukça önemli ve değerli. Her şeye rağmen, umudu yitirmemeli ve mücadeleye devam etmeliyiz.

Hayvan hakları mücadelesinde biz bunu yapmaya kararlıyız. 250’den fazla STK, hayvan hakları ile ilgili yasama çalışmalarının her aşamasını izlemek ve bu çalışmalara dâhil olmak için güç birliği yapmış durumdayız. Bizim sivil toplum anlayışımız da böyle. Kapıdan kovulsak, bacadan gireriz… Hayvanların haklarının esnetilmemesini sağlamak için parlamentoda olmak zorundayız ve olacağız! Demokrasi sınavında sınıfta kalan siyasî partilere, bize katlanmak zorunda olduklarını üzülerek şimdiden söylüyorum.

Ve bir önceki yazımın son cümlesi ile bu yazımı bitirmek istiyorum: “Sivil toplumun parlamentoya, parlamentonun da sivil topluma ihtiyacı olduğunu unutmamak gerek.” Bu unutulursa parlamento şimdikinden çok daha beter bir hâl alacak, benden söylemesi….

Show CommentsClose Comments

Leave a comment