“Maksat, hayvan haklarının gözetilmesi ise, gereksinimi duyulan yasa değişikliği, katılımcılık ve çoğulculuk ilkesi ile tekrar ele alınmalıdır.”
Yazı: Burak Özgüner | Bianet | 28 Nisan 2012
2004’ten beri yürürlükte olan ve şu ana kadar hiçbir hayvanın sorununa kalıcı çözüm sağlayamamış olan, Avrupa Birliği (AB) zorlaması ile çıkarılmış ve gitgide hayvan hakları ihlallerinin artmasına neden olan 5199 sayılı Hayvanları Koruma Kanunu’nda birtakım değişiklikler yapılması hakkında 2/366 esas no ile 8 Şubat 2012’de TBMM Başkanlığı’na gelen kanun teklifi, meclis komisyonlarında görüşülmek üzere bekliyor.
Meclisteki tüm siyasî partilerin desteğini aldığı, bir basın toplantısı ile duyurulan kanun değişikliği teklifi, yasalaştığı takdirde hayvan hakları ihlallerinin artık cezaî yaptırım ile karşılık bulacağı şeklinde kamuoyuna duyuruldu.
Ancak söz konusu teklifin içeriği incelendiğinde, yürürlükte dahi olmayan yasaların da teklife dahil edildiği ve hak kavramının dokunulmazlığına atıfta bulunulmasına rağmen, teklifin “hakların bütünlüğü” ve “yaşam hakkının dokunulmazlığı”ndan ziyade, hakların nasıl esnetileceğinin yasal dayanağı haline geleceği ve yeni hayvan katliamlarının önünü açacağı anlaşılıyor.
Tıpkı 5199 sayılı Kanunun yasalaşma aşamasında, hayvanlara birtakım haklar verilecekmiş gibi tanıtılan yasa tasarısında olduğu gibi bu teklif de hayvanların zaten sahip olduğu hakların uygulanabilirliği ya da geliştirilmesinden son derece uzak.
5199 sayılı “Koruma” Kanunu, katliamları durdurmadı
5199 sayılı Kanunun tasarı aşamasında ve yürürlükten sonraki süreçte, söz konusu kanun içinde hükümleri mahfuz kalmak üzere bulundurulan ve şu anda yürürlükte olmayan (mülga) 3285 sayılı Hayvan Sağlığı ve Zabıtası Kanunu sayesinde binlerce hayvan katledilmeye devam edildi.
Adı “Hayvanları KORUMA Kanunu” olan ve “itlaf” mevzuatının hükümlerini saklı tutarak hayvanların nasıl katledileceğini belirleyen bir kanunun, hayvanları koruyamayacağı, yaşam hakkının garanti altına alınmasını sağlayamayacağı son derece açık.
Yürürlükten kaldırılan 3285 de bu Kanuna ikame amacıyla 2010 yılında yürürlüğe giren 5996 sayılı Gıda, Yem ve Veteriner Hizmetleri Kanunu da hayvanların nasıl korunacağını ya da yaşatılacağını değil, hayvanların nasıl bertaraf edileceğini ve katledileceğini hükme bağlıyor. Aslında hayvanla ilgili tüm mevzuatın içeriğine bakıldığında, “hayvan hakları”, “hayvan koruma”, “rehabilitasyon”, “hayvan refahı” gibi kelime oyunları ile devletin hayvanlardan nasıl kurtulabileceği açıklanıyor ve hayvanların hakları, yaşamları zerre kadar düşünülmüyor.
5996 sayılı Gıda, Yem ve Veteriner Hizmetleri Kanunu yasalaşırken ilgili mercilere yaptığımız başvurular, diğer tüm katliam mevzuatında olduğu gibi yanıtsız bırakıldı.Defalarca kamuoyu tepkisi oluşturmamıza karşın tepkilerimize ısrarla kulak tıkandı ve “hayvan refahı” adı altında hayvan katliamlarının meşru bir zemine başarı ile oturtulduğu bir döneme girildi.
Teklif, mevzuatla çelişmektedir
Şubat 2012’de TBMM Başkanlığı’na sunulan yasa teklifi, halen 3285 sayılı Kanunun yürürlükte olduğu zannı ile yazılmış. Halbuki bu yasa, daha önce belirttiğimiz gibi 5996 sayılı Gıda, Yem ve Veteriner Hizmetleri Kanununun yürürlüğe girmesi ile yürürlükten çekildi ve artık uygulanmamakta.
Bu, söz konusu teklifi yazanların, hayvanları ilgilendiren T.C. mevzuatını gayrı ciddi bir şekilde takip ettiğinin ve bu teklif örneğinde olduğu gibi birçok felaketin önünü açacak yasalara ne şekilde yaklaşıldığının da bir kanıtı.
Hayvansever çevreleri ise bu yasa teklifi ile “uyutma” diye tabir edilen cinayet şeklinin yasallaşacağı konusunda gereksiz bir çırpınış içinde.Çünkü, 5996 sayılı Kanunun “Hayvan Refahı ve Zootekni” diye geçen üçüncü bölümündeki “Hayvan Refahı” başlıklı 9.maddesinin 3. fıkrası, “ötenazi” kılıfı altında, istisnaî durumlarda, sadece bir veteriner hekimin “olur”uyla hayvan cinayetlerini meşru bir zemine dayandırıyor.
Yine bu teklif, Gıda, Tarım ve Hayvancılık Bakanlığı’nın çıkartmış olduğu yeni mevzuatla da çelişiyor.
Teklif, Alman Medenî Kanunundaki 90. maddenin son fıkrasında yer alan “hayvanların bir eşya ya da mal olmadığı”na dair hükme sürekli olarak atıfta bulunsa da hayvanların insanlar gibi birer “birey” olduğu gerçeğinden oldukça uzakta olan bir anlayışı güdüyor. Kanunda ağırlıklı olarak “pet” hayvanların ve “yük hayvanları”nın haklarına dair hükümler bulunması da bunun kanıtı.
Yani hak kavramına bütüncül bir bakış açısıyla yaklaşıldığı iddia edilse de birçok hüküm havada kalıyor.Hayvan cinayetlerine ve katliamlarına yol açan istisnaî durumlar, birtakım yaptırımlar ya da prosedürler eşliğinde sıralanıyor. Oysaki Türkiye’nin de taraf olduğu Evrensel Hayvan Hakları Beyannamesi, var olan ve doğuştan gelen hakları net bir şekilde sıralarken, bu hakların esnetilmemesi gerektiğine vurgu yapıyor. Aksi durumlarda günümüzde olduğu gibi hayvanların soykırım, sürgün ve tecrit koşullarından kurtulamayacağı, hayvanlara karşı işlenen suçların meşrulaştırılacağı -ki şu anda gayet meşru- çok açık.
Uyutma
Kanun teklifinin gerekçeli 6.maddesinde “Bir canlının, sahipsiz veya güçten düşmüş olması, onun ölüm nedeni olamaz, olmamalıdır” denmesine rağmen, kanuna eklenmesi arzulanan yeni üç fıkra ile teklif, kendisi ile de çelişiyor. Teklif, istisnaî durumlarda illerde üç veteriner hekim; ilçelerde ise belediye veteriner hekim raporu ile uygun dozda anestezi verilmek suretiyle “acısız” bir şekilde uyuşturularak iğne ile hayvanların “uyutulması”na olanak tanıyor.
Cinayet, “uyutma” tanımlamasıyla hafifletilemez.Bu teklif, sokakların hayvanlardan arındırılması için yıllardır ölüm makinesi gibi çalışan devlete, sokak hayvanlarının kökünün kazınabilmesi için yeni ve “kaçırılmaması gereken” bir fırsat daha sunuyor.
Çok nadir istisnaları olmakla birlikte, Türkiye’de belediyeler ya da tarım müdürlükleri bünyesinde görev yapan veteriner hekimlerin, kapsamlı bir teşhis koyacak kadar meslekî yeterliliği yok. Yeterince meslekî bilgiye sahip olan veteriner hekim ise İstanbul gibi metropollerde dahi devlete ait hayvan kliniklerinde, barınaklarda, müşahede yerlerinde ya da bakımevlerinde yeterli tanı olanakları (kan tahlili cihazı, viral hastalık testleri, röntgen, ultrason cihazı vb.) bulunmadığından hasta hayvana kesin teşhis koyma olanağı da bulamaz ki bu teşhis imkânlarının yorumlanması da ayrı bir meslekî bilgiyi gerektirir.
Ayrıca “uygun dozda anestezi” ifadesi, yoruma ve keyfiyete son derece açık.Türkiye’de yerel yönetimlerin, sokak hayvanlarını “Lysthenon Fort” adlı anestezik ilaç ile öldürdükleri yıllardan beri bilinen bir gerçek.Bu anestezik ilaç, acısız bir uyuşturma sağlamıyor.Bu ilaç, tüm anestezikler gibi, solunum felci, ani dolaşım bozuklukları, krizler, şoklar olmak üzere birçok ani, ağrılı, sancılı, acılı duruma sebep oluyor.Yıllardır yürürlükte olan mevzuata rağmen, hayvanların bizzat devlet ve toplum eliyle ölüme gönderildiği bilinirken ve hiçbir denetim hayvanlar lehine uygulanmazken, bu yasa teklifi de birçok acılı ölümün önünü açacak. Damar içine hava, çamaşır suyu, deterjan enjekte ederek hayvanlara “ötenazi” uygulandığı da Türkiye’den acı bir gerçek…
Rehabilitasyon adı altında kısırlaştırma işkencesi
5199’un yürürlüğe girmesi ile barınak tanımlaması ve işleyişi de ortadan kaldırılıp, yerine “geçici bakımevi” tanımı ve sistemi getirilmişti. Her belediyeye yasa gereği geçici bakımevi açma zorunluluğu getirilmesiyle, belediyelerin geçici bakımevi diye açtıkları kimisi derme çatma, kimisi devasa olan yapılar, kısa süre içerisinde birer hapishane ve zulüm merkezi haline dönüştürüldü.
Haytap gibi “hayvan refahı” kuruluşları ise “hayvan koruma” anlayışından oldukça uzak 5199’un uygulanması isteyerek, Türkiye’nin ücra köşelerine bile her türlü bakım, besleme, teşhis, tedavi imkânından yoksun, yeni hayvan hapishaneleri kazandırılmasına katkıda bulundu.
Yaşananları perdelemek içinse bu tesislere “rehabilitasyon merkezi” tabelaları asıldı.
Rehabilitasyonun kelime anlamı, iyileştirmedir.Medikal terminolojide ise rehabilitasyon; canlı organizmasının fizyolojik ve anatomik bozukluklarının medikal, cerrahi ve fiziksel yöntemlerle ve yardımcı cihazlarla tamamen veya kısmen giderilmesi ve hastanın fiziksel ve sosyal yönden olası olan tam bağımsızlığının sağlanmasıdır.
Ama Türkiye’de belediyeler kısırlaştırma işini, ihaleler açarak, genellikle cerrahî deneyime ve yeterli meslekî bilgiye sahip olmayan veteriner hekimleri çalıştıran böcek ilaçlama, kimya firmalarına verdi. Dolayısıyla kısırlaştırma operasyonu sonucunda, hayvanlardan üreme organları zorla sökülüp alındı;operasyonun getirdiği hormonal değişiklikler sonucu hayvanlar zorla obez oldu. Bu da ağır kalp ve dolaşım bozukluklarına, karaciğer yağlanmalarından mütevellit iç organ harabiyetine, yetersizliğine ve hareket kısıtlanmaları, eklem deformasyonlarına neden oluyor. Yani kısırlaştırma, hayvanları rehabilitasyona muhtaç hale getiriyor, onları doğal yapısından uzaklaştırıyor.
Bu nedenle, kısırlaştırma kesinlikle bir rehabilitasyon metodu olarak tanımlanamaz. Aksine, kısırlaştırılan hayvan rehabilitasyona muhtaç hale gelmiş demektir. Devlet barınaklarının genelinde, rehabilitasyon olarak sunulan “hizmet” ise, öldürme, işkence ve zorla kısırlaştırma; yani soykırımdır.
Yeni teklif de kısırlaştırmanın bir şart olduğunu ve teşvik edilmesi gerektiğini söylüyor.Teklif ile kanunda değiştirilmek istenen 8.madde için “Bir hayvanın neslini yok edecek her türlü müdahale yasaktır” denilse de kısırlaştırma, bu maddenin dışında tutuluyor. Halbuki devletin benimsediği ve uyguladığı kısırlaştırmadaki ana amaç, sokak hayvanlarının kökünü kurutmak.
Sahiplenme ve süs hayvanı tanımlamaları haklarla örtüşmüyor
Yasanın gerekçeli maddelerinde ısrarla altı çizilen “hayvanların eşya olmadığı” ilkesine rağmen, “sahiplendirme” ve “süs hayvanı” tanımlamaları kanun teklifinde oldukça geniş olarak yer buluyor.
Bu da yeryüzündeki insan topluluklarının neredeyse tamamında hakim olan, hayvanın bir “köle” olarak tanımlanmasına olanak sağlayan zihniyetin, teklifin özünde devam ettiğini gösteriyor. Bunda bir sakınca görülmemesi de oldukça keskin sınırları olan bilim camiasında bile birer birey olarak kabul edilen hayvanların, teklifte birer biblo, süs eşyası olarak tanımlandığının bir kanıtı.
Teklif, hak kavramını yorumlamaktan bile aciz
Teklif, hayvan haklarını belli koşullara bağlı kalarak korumayı amaçlıyor. Bu belli koşullar da hayvanların köleliğini ya da haklarının istismar edilmesini önlemeyi değil, hayvanların “insanî” veya “kabul edilebilir” yöntemlerle sömürülmesini ve imhasını kolaylaştırıyor. Örneğin teklif metninde, “Hayvanlara büyük acı, ızdırap, korku veren tıbbî, ticarî ve bilimsel deneylerin yerine alternatif yöntemlerin kullanılması esastır” denilse de “Başkaca bir seçenek olmaması halinde, hayvanlar bilimsel çalışmalarda deney hayvanı olarak kullanılabilir” maddesinin hemen bu bendin ardından yazılması, teklifin, hayvan sömürüsünde de bir sakınca görmediğinin kanıtı.
Kanunun 10.maddesine eklenen “Hayvanları kumar, eğlence, gösteri amacıyla kullanmak ya da kullandırmak, bu yolla onlar üzerinden ekonomik çıkar sağlamak veya üçüncü şahısları bu nedenle teşvik etmek ya da azmettirmek yasaktır” hükmü, Türkiye sınırları dışından gelen hayvanlı sirkleri kapsamamaktadır. Türkiye’de halihazırda faal, düzenli bir hayvanlı sirk olmadığı bilindiğinden, bu maddenin de göz boyamak amacıyla eklendiği aşikârdır.
Teklifin değiştirilmesini önerdiği 16.maddede ise “sahipsiz” ve güçten düşmüş hayvanlar için kullanılacak Bakanlık ödeneğinin malî kaynakları arasında “Türkiye Jokey Kulübü’nün at yarışlarından elde ettiği yıllık gelirinden %2 oranında pay” ve birçok hayvan sömürüsünden gelecek paylar da bulunmaktadır. Teklifin, Kanunun 10. maddesine eklemek istediği hayvanlar üzerinden ekonomik çıkar sağlamayı yasaklayan maddenin içeriğinin ne kadar boş olduğu, altı madde sonra karşımıza çıkıyor.
Uyutma, hayvanlar için hak olarak değerlendirilemez
“Hayvanları uyutma” olarak anılan ötenazi uygulaması, “modernleşen” toplumda hayvan cinayetinin “kibarca” ifade ediliş biçimi haline gelmiştir. Tıp literatüründeki ötenazi teriminde, bireyin kendi talebi esas alınmasına rağmen, insanların bile ötenazi isteklerinin sadece birkaç ülkede kabul gördüğü bilinmektedir. İnsan üzerinde bu kadar tartışılan bir konuyu, taleplerini dile getiremeyen hayvanlar üzerinde uygulamak, yaşama karşı ciddi suçlar işlenmesine neden olacaktır.
Günümüzde ötenazi adı altında işlenen hayvan cinayetlerinin sayısı oldukça fazladır ve “uyutma” terimi bu cinayetlerin örtbas edilmesinde çok iyi bir araç haline getirilmiştir. Bir türün diğer bir tür hakkında böyle bir karar vermesi de etik açıdan kabul edilemez bir durumdur.
Bu kanun teklifi ile 5996 sayılı Kanunda “ısınma turları” yapılan katliamların önü iyice açılacaktır. Hayvan için “uyutma”, yani diğer adıyla ÖLDÜRME/İNFAZ kararının tamamen hekimin inisiyatifine bırakılması sağlamlaştırılarak hayvanların öldürülmesi kolaylaştırılacak ve “uyutma” kararı gerektiren çok istisnai durumlar olmadan, sakatlık nedeniyle ya da kısa süreli tedaviye cevap alınamadığı için birçok cinayetin bu yolla işlenmesine olanak tanınacaktır.
Uyutma/ötanazi uygulamasına “acıya son verme” işlemi olarak bakılması da çok yanlış bir görüştür.Çünkü hayvanlara ötanazi uygulanırken -bir de belediye barınaklarında uygulanıldığı düşünüldüğünde- çoğu kez genel anestezi uygulanmadığından hayvan ölüme yaklaştıkça ciddi şekilde acı çekmektedir.Ancak bu gerçek, çoğu kez ötanaziyi uygulayan hekimler tarafından ne yazık ki belirtilmemektedir.
Hayvanlar için öldürülmek “hak” olamaz
Yeryüzüne Özgürlük Derneği olarak, yukarıda, “uyutma” hakkındaki yorum ve görüşlerimizde de yer verdiğimiz nedenlerden dolayı bu teklifin meclisten geçmesinden büyük endişe duymaktayız. Ayrıca, hayvanlara yeni haklar tanınacakmış gibi ya da “uyutma”yı “acı içinde kıvranan hayvan”lara büyük bir kolaylık sağlayacakmış gibi kamuoyuna duyurulmasından da büyük rahatsızlık duymaktayız.
Bu teklifin yasalaşması ile binlerce hayvan için “kılıfına uydurulmuş” ölüm kararları çıkarılacak, Türkiye şartları göz ardı edilerek ve dayatmacı bir zihniyetle, hangi amaca hizmet ettiği alenen belli olan, hayvan konusuna kasıtlı olarak yanlı yaklaşan mevcut mevzuat nedeniyle zaten hiçbir zaman haklarını kullanmalarına ve yaşamalarına izin verilmeyen, sömürülmelerinde bir sakınca görülmeyen hayvanların yaşam hakları bir bir ellerinden alınacaktır.
Yasa değişikliği teklifine karşı çıkıyoruz
Yeni hayvan katliamlarının önünü açacak olan ve “hayvan refahı” düşüncesini temele oturtarak zulmün sonlandırılmasını değil, hayvanların “insanî” yöntemlerle ortadan kaldırılmasını ve sömürülmesini sağlayacak olan bu yasa teklifi, ivedilikle meclisten geri çekilmelidir.
Şayet maksat, hayvan haklarının gözetilmesi ise, gereksinimi duyulan yasa değişikliği, hayvan hakları konusuna yıllarını vermiş, hayvanları tanıyan, onları anlayabilen ve onların “bireyliği”ni kabul eden, yaşamlarını, duygularını, bedenlerini önemseyen STK ve oluşumlarla birlikte, katılımcılık ve çoğulculuk ilkesi ile tekrar ele alınmalıdır. (BÖ/EKN)