Yazı: Zeynep Yüncüler | Journo | 30 Mart 2017
Hayvan hakları mücadelesinde geçen hafta iki gelişme yaşandı. Şırnak Roboskî’de, 2015 yılında öldürülen katırlar için başlatılan soruşturma dosyasında Uludere Cumhuriyet Başsavcılığı, görevlerini terk ve ihmâl eden kamu görevlileri hakkında “kovuşturmaya yer olmadığına” karar verdi. Mardin Kuruköy’de ise yaşanan hak ihlâllerine karşı başlatılan soruşturma kapsamında devlet kurumları ‘bölgede hiçbir insan ve hayvanın zarar görmediğini’ ileri sürdü.
Hayvan özgürlüğü aktivisti, vicdanî retçi, Hayvan Hakları İzleme Komitesi (HAKİM) Koordinatörü Burak Özgüner ile sözkonusu soruşturmaları ve Roboski’den Kuruköy’e çatışma ortamlarında öldürülen ancak gözden çıkarılan ‘faili meçhul’ hayvanları konuştuk.
‘Kimse hayvanların can kayıplarını dillendirmedi’
HAKİM Koordinatörü Burak Özgüner.
Roboskî’de 2011 yılında, Türk savaş uçaklarınca yapılan bombardımanla 34 insanla 59 katırın öldürülmesi olayının aydınlatılması için çok çaba sarf ettiklerini belirten Özgüner şöyle konuştu: “Topyekûn özgürlüğü savunduğumuz, herkes için özgürlük ve adalet arayışında olduğumuz için, katliamdaki katırları görmezden gelemezdik. Roboskî katliamının ardından, sanki Roboskîliler’den intikam alınmak istermişçesine, katırlar öldürülmeye devam edildi. O dönem, Orman ve Su İşleri Bakanlığı’na bizzat giderek bu mezalimin durdurulmasını talep ettik. İsmi lâzım değil, görüştüğümüz bürokrattan gayet laubalice aldığımız cevap “terörle ve kaçakçılıkla mücadelede bu tür şeylerin olabileceği” idi. Başlattığımız hukuk mücadelesi ise hiçbir sonuç vermedi, suç duyurusunun üzerinden tam 24 ay geçmesine rağmen askerî personel hakkında herhangi bir soruşturma yürütülüp yürütülmediğini bile bilmiyoruz. Roboskî’deki bu katliam ne ilkti ne de son. Bölgede insanlarla birlikte hayvanlar da doğa da katledildi ancak kimse hayvanların can kayıplarını dillendirmedi.”
‘Her şeyden habersiz hayvanlar öldürüldü’
Doğu ve Güneydoğu illerinde çatışmaların en şiddetli olduğu anlarda, bölgede çalışmalarını sürdürdüklerini belirten Özgüner sözlerine şöyle devam etti: “Mardin’de gerçekleştirdiğimiz bir özel görüşme sırasında yanı başımızda oldukça kuvvetli bir bomba, hiçbir güvenlik uyarısı ve tedbiri alınmadan fünye ile patlatıldı, neye uğradığımızı şaşırdık, ‘Batı’da bu tür ‘uygulamalar’a pek rastlanmaz. Ziyaretlerimiz sırasında ana akım medya tarafından servis edilen ama aslında büyük yalanlardan ibaret olan olaylara tanık olduk, televizyonlara yansıtılan çoğu şeyin bir gerçekliği yoktu. Ziyaretlerimizde çok sayıda hayvan cesedi, yaralanmış hayvan ile karşılaştık; savaşın bitap düşürdüğü, yakınlarını ve birlikte yaşadıkları hayvanları kaybeden insanlar büyük bir çaresizlikle polisin boşalttığı mahalle ve evlerde mahsur kalan hayvanları kurtarabileceğimiz umuduyla bizlerden destek bekledi ancak bu çabalarımız da sonuçsuz kaldı. Çok sayıda mahsur kalmış hayvan, açlıktan susuzluktan kıvranarak yaşamını yitirdi. Çektiğimiz fotoğrafların çoğu polis tarafından sildirildi. Surlu aileleri dinlerken, özellikle bir gece yoğun bir gaz kullanıldığını ve bu gazın ardından sokaklardaki bütün hayvanların öldüğünü öğrendik. İnsanlara yaşatılanlar tam anlamıyla bir zulüm bana göre, bu zulüm her şeyden habersiz hayvanları da öldürdü. Bebekler gibi binlerce hayvan da büyük travma yaşadı.”
‘Bir ölümü meşru, diğerini haksız bulamam’
Özgüner, Mardin Kuruköy’de de 10 Şubat 2017’de başlayan sokağa çıkma yasağıyla beraber Roboski, Nusaybin ve Sur’da olduğu gibi hayvan kıyımlarının yaşandığını, ancak devlet kurumlarının burada da yaşanan hak ihlallerini de inkâr ettiğini söyledi. Özgüner “Fotoğraflarda çok sayıda hayvan yerde cansız yatıyordu, ağaçlar köklerinden sökülmüş, evler taranmış, yıkılmıştı. Köyde, sokağa çıkma yasağının kaldırıldığı gün, gereken soruşturmaların başlatılması için birçok devlet kurumuna bir dizi soru yönelttik. Abluka sırasında hiçbir canlının zarar görmediği, fotoğrafların düşük yapan hayvanlara ait olduğuna dair cevaplar verildi Ne oldu da bir anda bu kadar çok hayvan düşük yaptı? Hayvan özgürlüğü mücadelesi veren bizlerin, insan-hayvan ayrımı yapmadan çaba göstermesini önemli buluyorum. Yaşam hakkı gaspı konusunda ben devlet ya da bazı kesimler gibi bir muhasebe yapamam. Bir takım yaftalar yapıştırıp o ölümü meşru, diğerini haksız bulamam” diye konuştu.
‘İnsanlar ölürken hayvanları mı önemsiyorsunuz?’
Çoğu zaman “insanlar ölürken hayvanları mı önemsiyorsunuz” gibi tepkilerle karşılaştıklarını belirten Özgüner, “Polisten ya da devletten bu tepkinin gelmesini anlarım çünkü onlar ne yapmaya çalıştığımızı asla anlayamayacak” dedi. Özgüner şöyle devam etti: “Polis, Nusaybin’deki sokak hayvanlarına mama ulaştırılırken mamalarla birlikte giden çocuk kıyafetlerine el koyuyorsa ben bunu tanımlamak dahi istemiyorum. Ama bizzat toplum tarafından defalarca üretilen ve körüklenen bu ‘insan-hayvan çatışması’nın, özellikle birçok şeyin farkında olan muhalif insanlardan gelmesini kesinlikle kabul edemiyorum. Bir savaş var ve bu savaş tüm bölgedeki yaşamı bitiriyor, bu bariz bir gerçeklik. Umarım bir gün gelir ve savaşın nelere mâl olduğunun herkes farkına varır, bu korkunç yıkıcılığın karşısında elinden geleni yapar. Merhamet, acıma, empati gibi şeylerden bahsetmiyorum çünkü savaşı bizzat yaşayan insanların da hayvanların da bunlara hiç ihtiyacı yok. Onlar zaten kendi mücadelelerini gayet iyi bir şekilde veriyor. Bizlere düşenin her fırsatta tepki göstermek olduğunu, hiçbir şey yapamasak bile bireysel bir reddiye örneği olarak vicdanî reddimizi açıklayarak bu zulmün bir parçası olmak istemediğimizi gösterebileceğimizi düşünüyorum.”