Darbe Girişimi, İnsanlığın OHAL’i ve Hayvanlar

Nasıl ki orman yangınlarında, doğal afetlerde “can kaybı yaşanmadı” şeklinde haberler yayınlanıyorsa ve yanıp kavrulan, can veren hayvanların ölümünden bahsedilmiyorsa savaşlarda, darbelerde de hayvanların can kayıplarından bahsedilmiyor.

Yazı: Burak Özgüner | Bianet | 20 Ağustos 2016

Darbelerde, savaşlarda, toplumsal cinnetin her türlüsünde en başta hayvanlar yaşamını yitiriyor ancak onlar, her daim ilk gözden çıkartılanlar oldukları için yaşadıkları can kayıpları, genelde kimsenin umurunda olmuyor. 

Darbe girişiminde kaç hayvan öldü?

Darbe girişimi gecesinde neler yaşandığına hemen hemen herkes tanık oldu; tepemizde helikopterler uçurtuldu, jetlere alçak uçuş yaptırıldı, caddelerde tanklar dolaştırıldı, sembolik bazı mêkanlar bombalandı, şehirlerin merkezî noktaları işgal edildi, kısa süreli sokağa çıkma yasağı ilân edildi. Yüzlerce insan yaşamını yitirirken, katledilirken binlercesi de yaralandı. Peki tüm bunlar cereyan ederken kaç hayvan katledildi, yaralandı? Bunu muhtemelen ne siz ne de ben biliyorum. Ama şundan eminim ki çeşitli türlerden binlerce hayvan yaşamını yitirdi, onbinlercesi de yaralandı. Yapılan her bombardımanda yüzlerce kuş öldü, silahlardan çıkan kurşunlar hayvanları da vurdu; birçok hayvan sakat kaldı; neticede binlerce hayvan hayatını kaybetti. Hiçbir şeyden habersiz, hiçbir şey ile alakası olmadan… Bunu ölümleri mukayese etmek için söylemiyorum, sadece insanlarla birlikte hayvanların da can verdiğini hatırlatmak için söylüyorum. Nasıl ki orman yangınlarında, doğal afetlerde “can kaybı yaşanmadı” şeklinde haberler yayınlanıyorsa ve yanıp kavrulan, can veren hayvanların ölümünden bahsedilmiyorsa savaşlarda, darbelerde de hayvanların can kayıplarından bahsedilmiyor.

Darbe girişimi sürerken Fatih’te kurşunlara hedef olan, alçak uçuş yapan jetlerin seslerinden korkup kalp krizi geçirerek hayatını kaybeden hayvanlar oldu. Bizim mahallede olduğu gibi birçok mahallede de sokak köpekleri, sokaklarını terk edip kaçıp saklanacakları yerler buldular, günlerce sokaklarına geri dönmediler. 

Darbe girişimini atlattık; sıra geldi bayram, şenlik havasında geçen “demokrasi nöbetleri”ne. İki yüzden fazla insanın kurban verildiği darbe girişiminin üzerinden tam bir hafta geçtikten sonra darbeye ya da “demokrasi”ye bir “kurban” daha verildi. Ulusal medyada geniş yer bulan bir haber, Kınalı adlı bir koyunun boğazlanarak Taksim Meydanı’nda katledildiğinden bahsediyordu. Gözü dönmüş L.K. isimli şahıs, dört sene birlikte yaşadığı, insanlara yakınlaştırdığı bir koyunu, Kınalı’yı kalabalığın ortasında boğazını keserek Taksim Meydanı’nı kan gölüne çevirdi. Gözü dönmüş bu şahıs, basına ne diyordu, bakalım:

Kınalı kuzum çok iyi dostumdu. 4 çocuğum var. 5. evladım kınalı kuzumdu. 5 yıldan beri hep yollarda beraberdik. Cumhurbaşkanımız, Başbakanımız ve Genelkurmay Başkanımız zor durumdaydılar. Onlar sağ, salim kurtulur ve bu darbe girişimini atlatırsak kınalı kuzuyu kurban edeceğim dedim.”

Bunun üstüne bir de bu şahıs, Kınalı’nın gövdesinden ayırdığı başının fotoğrafını “bombayı patlatıyorum, Kınalı kuzumu kurban ettim” şeklinde facebook profiline yükledi. 

Sosyal medyada tesadüfen karşıma çıkan, Kınalı’nın kesik başı ve gözlerini gördüğümde ne hissettiğimi burada anlatmayacağım ama aklıma gelen ilk şey, Kınalı’dan hiçbir farkı olmayan binlerce hayvanın mezbahalarda her gün aynı şekilde katledildiği oldu. Bütün dünyayı kan gölüne çeviren, coğrafyamızın en karanlık ve kanlı unsurlarından IŞİD, sanki Taksim Meydanı’na taşınmıştı

Kayıp hayvanların akıbeti

Bildiğiniz gibi, darbe girişiminden sonra OHAL ile Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin askıya alındığı açıklandı, hak hukuk aramak oldukça zorlandı. Hayvan haklarının askıya alınması için ise herhangi bir OHAL kararı gerekmedi hiçbir zaman. Türkiye de dâhil olmak üzere tüm dünyada, hayvan hakları her zaman askıda. Bir hayvanın hakkını aramayı geçtim, sokağımızda yıllardır yaşam savaşı veren bir sokak köpeği belediye tarafından alındığında, bu sokak köpeğinin akıbetini dahi öğrenemiyoruz, hayvanların ölüsüne bile ulaşamıyoruz. 86 günden beri kendisinden haber alamadığımız ve her gün “Nerede?” diye sorduğumuz Hurşit Külter konusunda nasıl bir tavır takınıyorsa devlet, topladığı sokak hayvanları konusunda da aynı şekilde davranıyor; hesap vermek bir yana akıbetleri hakkında açıklama yapmaya bile tenezzül etmiyor. 

Cezasızlık

OHAL’le birlikte cezaevlerinde işkence vakaları da ayyuka çıkmış durumda. Devletin cezaevlerinde tutsak edilen insanların, çığlık, inilti ve dayak seslerinden uyuyamadığını birçok kaynakta ve raporda okuduk. Bize bu şekilde sirayet eden OHAL’i, hayvanlar katbekat fazla şekilde, her gün, her saat yaşıyor. İnsanlığın OHAL’i, hayvanların tüm haklarını yok sayıyor. Hakları yok sayılan hayvanlar, yaşamsal ihtiyaçlarının bile doğru düzgün karşılanmadığı, yasalara “uygun” tesislere kapatılıyor. İnsanlığın OHAL’i, hayvanat bahçelerinde, süt çiftliklerinde, mezbahalarda, hayvanlı sirklerde, deney laboratuvarlarında, yunus parklarında vb. birçok tesiste her gün, her dakika yaşanıyor, sistematik ve meşru bir zeminde. Devlet, yasalar ve yönetmelikler çıkartıp onların ne kadar büyüklükte kafeslere kapatılacaklarına, ne şekilde öldürüleceklerine ve kesilip biçileceklerine karar veriyor. İşkencecilere, cellatlara, tecavüzcülere, katillere hiçbir yaptırım uygulanmıyor, aksine cezasızlıkla yüreklendiriliyorlar, daha fazla hayvanı ortadan kaldırmaları için… Yakılarak katledilen seks işçisi ve trans Hande Kader’in faileri nasıl aramızda dolaşıyorlarsa hayvanların failleri de her gün aramızda dolaşıyor. 

Bir hakaret olarak “hayvan”

Hayvanların bu kadar kolay gözden çıkarılıyor oluşu, onların meşru bir şekilde sömürülmeleri, bilmem kaçıncı sınıf canlı muamelesi görmeleri, kapatılıp katledilmeleri toplumu da farklı bir yere doğru sürüklüyor. Bu kadar meşru zeminde yürütülen, hayvanlara yönelik bu hak gaspları ve soykırım uygulamaları, insanların kendilerini hayvandan ya da kendisine benzeyen ancak kendisinden daha aşağı olduğuna inandığı başka bireylere çok kolay bir şekilde nefret kusabilmesine, aşağılayabilmelerine olanak tanıyor. Darbe girişiminden beş gün sonrasına dönersek, 20 Temmuz’da Taksim’deki Atatürk Kültür Merkezi’nin ön cephesine dev bir pankart asıldı: “Bu Aziz Milletin Yiğitleri” imzası ile, Fethullah Gülen’e hitaben “Seni ve senin köpeklerini kendi tasmanızda asacağız“. Koordinasyonunu yürüttüğüm Hayvan Hakları İzleme Merkezi’nin tuttuğu hayvan hakları ihlâlleri raporlarını tutarken, her ay en az bir köpeğin tasmalarından, boyunlarından ağaçlara asıldığına şahit oluyoruz. Ne kadar benzer pratik ve söylemler, değil mi?… Peki tüm bu şiddet tablosu normal mi?.. Şehrin göbeğinde, milyonlarca kişinin gelip geçtiği bir meydandan böylesine nefret kusan bir pankartın sallandırılması olağan mı? Türkiye toplumuna baktığımda, son bir yılda kandan, asmaktan kesmekten, silahtan, ölümden, intihardan, bombadan, cinnetten, nefretten başka bir şey göremiyorum ben.

Sonra bir de siyasetçiler çıkıyor karşımıza. Televizyonlardan, haber sitelerinden, radyolardan ipe sapa gelmez demeçleri ile, ağızlarından nefret saça saça konuşan siyasetçiler… Birçok insanın hayvan adlarını birer hakaret olarak kullandığı gibi onlar da hayvanları, hayvanları ilgilendiren konuları, mekânları ağızlarına pelesenk etmiş durumda. Mesela darbe girişiminden sonra, AKP Karabük Milletvekili Mehmet Ali Şahin, eğer Fethullah Gülen Türkiye’ye iade edilirse onu Hayırsızada’ya kapatmaktan bahsediyordu. “Bu açıklama da mı tesadüf değil” diye düşünemiyorum çünkü çok bilinçli olduğunu düşünüyorum. Bilenler bilir, Hayırsızada, mekânsal olarak bir soykırım mahali. 3 Haziran’da, bundan tam 106 sene önce, 80.000 İstanbullu sokak köpeğinin binbir eziyetle sokaklardan toplatılarak kapatıldığı, açlıktan ve susuzluktan birbirlerine kırdırtıldığı, delirtildiği bir mekân. Biz soykırımla, tecritle, tarihimizle, yakın geçmişimizle yüzleşelim dedikçe siyasetçiler sanki inadına daha da nefreti körüklemeye çalışıyor.

“Hainler Mezarlığı” ve “Hayvanlar Mezarlığı”

Ve tabii ki İBB Başkanı Kadir Topbaş’ın mimarı olduğu “Hainler Mezarlığı”… Size, “bu ‘mezarlığı’ duyduğumda kulaklarıma inanamadım” demek isterdim ama tam da Topbaş’tan beklenecek bir hareket olduğu için maalesef diyemiyorum. Topbaş’ın “Hainler Mezarlığı” da İstanbul Büyükşehir Belediyesi’ne hayvan barınağı yapılması için tahsis edilen bir arazi üzerine kurulu, arazinin hemen yanında da İBB’ye ait Tepeören Hayvan Barınağı bulunuyor. Niyet okumak hiç  istemiyorum ama düşüncemi de söylemeden edemeyeceğim.  Hayvanlar için yıllardır İBB ile mücadele eden bir aktivist olarak, Topbaş’ın bu akıl almaz “proje”sini, yine ben hayvanlar üzerinden nefret kusmaya, aşağılamaya bağlıyorum. Muhtemelen Topbaş, “vatan haini” olarak belirlenen insanları, hayvanlar için tahsis edilmiş, gözden çıkarılmış bir araziye gömerek “sizin yeriniz ancak ‘burası’ olabilir, yani hayvanların yanı” mesajını vermek istemiş olabilir mi?

Fethullah Gülen’in onbinlerce köpeğe mezar olan Hayırsızada’da tecrit edilmek istenmesi, darbecilerin cenazelerine layık görülen mezarlığın “özel” olarak seçilmesi,  tasmalı-asmalı nefret söylemleri içeren dev pankartların meydanlardan sallandırılması, hiçbir şeyden habersiz bir koyunun büyük bir gözü dönmüşlükle tekbir nidaları ile gırtlaklanması, bireysel silahlanmanın teşvik edilmesi… Bana göre bunların hiçbirisi kabul edilemez ve tüm bunların üzerine düşünülmeli. Bunlar üzerine düşünmediğimiz, bunları görmezden geldiğimiz sürece sürekli birileri ötelenmeye, sömürülmeye, asılmaya ve kesilmeye, gözden çıkarılmaya, yok sayılmaya, birilerinin yaşadığı dramlar, acılar inkâr edilmeye devam edilecek, hatta tüm bunlar artış gösterecek; cinnetin eşiğinden geçip cinnetin dibine vurmak üzere olduğumuz şu günlerdeki gibi… 

Ve Türkiye’de, bu ülkenin karanlık geçmişiyle, soykırımlarıyla, darbeleriyle, üstü millî hamaset destanlarıyla kapatılan tarihi ile yüzleşilmediği sürece daha çok ölüm, linç, kıyım ve katliam yaşamaya devam edeceğiz. Ve dünyada, insanlık ise kendisinden aşağı gördüğü diğer hayvanlara uyguladığı soykırımla yüzleşip buna bir son vermediği sürece dünyaya barış gelmeyecek. Bu cinnet hâli bizi daha da tüketmeden, yutmadan en başta kendimizle ve geçmişimizle yüzleşelim ve istisnasız herkes için özgürlük isteyelim. Yoksa Türkiye için de dünya için de çok geç olacak. (BÖ/EA)

Show CommentsClose Comments

Leave a comment