"En başta hayvanlar, doğuştan gelen haklara sahip olan bireyler oldukları için ve dünyayı herkes için daha âdil, eşit bir yaşam ortamı hâline dönüştürmek için hayvanların hakları derhal teslim edilmelidir.”
Burak Özgüner
Yazı: Özge Özgüner | yeni e. Dergisi | Şubat 2021
Her gün, her dakika insan olmayan hayvanlar insanlar tarafından insan menfaati için işkencehanelere kapatılıyor, zorla çalıştırılıyor, bedenleri sömürülüyor, katlediliyor. Peki biz insanlar olarak insan olmayan hayvanlara uygulanan sonsuz sömürü ve soykırımının ne kadar farkındayız? Farkında olmamayı mı seçiyoruz? Duyarsızlaştırıldık mı? Yabancılaştırıldık mı? Hayvanları kaynak olarak kullanmak pek çoğumuz için normal ve olması gereken mi? Onların yasalarda mal konumunda olması toplumsal algımızın bir yansıması mı? Bu soruların cevabı insan olmayan hayvanlara bakış açımızda saklı.
“İnsan olmayan hayvanlar” diyorum çünkü insan da bir hayvan ama hayvan dendiğinde birçoğumuzun aklına insan dışındaki hayvanlar gelir, insan gelmez. İnsan dahil tüm hayvanlar acı hissettiklerinde harekete geçen ve acıdan kaçmaya çalışan canlılardır. Derrida’ya göre “insan dışındaki bütün canlıların hayvan diye tek ve ortak bir kategori altına sokulması, sağlam düşünceye, zihin berraklığına veya ampirik kavrayışa karşı işlenmiş bir günah olmakla kalmaz, aynı zamanda bir suçtur.”[1] İnsanın sadece “insanlığa karşı işlenmiş” suçlarla ilgilenmesinin temelinde de, konuşma dilinin tahakkümünün keskinleştirdiği bu insan-hayvan ayrımı yatar.
İnsanlar olarak kendi türümüz dışındaki hayvanlarla, ya bizim bir akrabamız, bizim gibi doğanın bir parçası olan canlılar olarak ya da bizden ayrı ama bize ait, “emrimizde” olan, sömürülebilir kaynaklar olarak ilişki kurduk. İnsan hayatının her zaman merkezinde yer alan hayvanların, tarih boyunca insanlar için dinsel, ruhsal ve felsefi anlamlarda da son derece önemli olduğunu biliyoruz. Bir hayvan türü olan insan bin yıllar içinde kendini doğadan kopararak, diğer hayvanlardan ayırarak ve onlardan üstün olduğunu iddia ederek dünyanın “sahibi” olan, doğaya hükmeden bir konuma yerleşti. Sanayi devrimi ile birlikte insan dışı hayvanlar makineleştirildi, acı ve üzüntü hissedebilen canlılar oldukları gerçeği görmezden gelindi. Tıpkı insan köle ticaretinde olduğu gibi, modern hayvan köleliği de insan dışı hayvanların yaşamlarının değersizleştirilmesiyle başladı. Bugün kapitalizmle birlikte “insanlık” önüne çıkan her şeyi yiyerek büyüme derdinde… İnsanlık tarihini sadece insanın insana tahakkümü üzerinden değil, insanın insan dışındaki hayvanlara tahakkümünü de göz önünde bulunduran bir noktadan okumak, hayvan hakları mücadelesini anlamak bakımından önemli.
İnsan harici hayvanlara tanınacak hakların çerçevesi çizilirken, akıl yürütebilme, konuşabilme becerilerinin ve vicdan, sorumluluk gibi ahlaki vasıfların insanla kıyaslanması çok belirleyici olmuştur. İnsanın hayvanlara gasp ettiği haklarını teslim etmek istemediği ortadadır. İnsan merkezci düzende hayvanlara verilen haklar, onları birey olarak değil, tür olarak korumayı amaçlar, tıpkı doğanın korunması gibi. Hayvanları “tek bir tür” olarak gören toplumsal algı değişmedikçe hayvanlara yönelik suçların meşru bir hak zemininde tanımlanması çok zordur. Hakkın varlığının kabul edilmesi fakat hakkın kullanımının belirsiz olması, bu hakların kolayca ihlal edilmesine, bu ihlallerin de meşru bir hale bürünmesine olanak tanır.
İlk defa 1978’te Paris’teki UNESCO merkezinde ilan edilen, 1989 yılında Uluslararası Hayvan Hakları Birliği tarafından yeniden düzenlenip UNESCO’ya sunulan, 1990 yılında kabul edilen ve halka açıklanan Hayvan Hakları Evrensel Bildirgesi’nin devletler arası bir anlaşma olmasına rağmen hiçbir bağlayıcılığı yoktur. Bildirgeyi kabul eden devletler, hala hayvanlar üzerinde deney yapmaya, spor veya hobi adı altında hayvanların avlanmasına, eğlence amacıyla hayvanları yunus parklarına, hayvanat bahçelerine, sirklere hapsetmeye, doğal davranışları dışında davranışlar sergilemeye zorlanmalarına izin vermektedir. Bu bildirgedeki maddelere, Türkiye’de 2004 yılında yürürlüğe giren 5199 sayılı Hayvanları Koruma Kanunu’nda da yer verilmiştir. Bildirgenin ilk maddesi, 5199 sayılı kanuna şöyle geçirilmiştir: “Madde 4: Bütün hayvanlar eşit doğar ve bu Kanun hükümleri çerçevesinde yaşama hakkına sahiptir.”
TÜRKİYE YASALARINDA HAYVAN HAKLARI
Hayvanlara yönelik kötü muameleyi suç kapsamına almayan, “kabahat” olarak değerlendiren, yani hayvanları öldüren, onlara işkence edenleri, tecavüz edenleri yalnızca idari para cezaları ile geçiştiren, hayvan haklarının esamesi okunmayan, adeta suçu teşvik eden 5199 sayılı Hayvanları Koruma Kanunu 16 yıldır yürürlükte. Kanunda, daha çok insanlarla birlikte ve sokakta yaşayan kedi, köpek, kuş gibi evcil hayvanların yaşam hakları olduğu kabul edilirken, insan çıkarı için sömürülen ve öldürülen, diğer türlerdeki hayvanların neredeyse tamamının haklarına kanunda yer verilmiyor. Hayvan hakları savunucuları yasanın değişmesi için yıllardır mücadele ediyor.
Özellikle son 10 yıldır vegan aktivistlerin, hayvan hakları ve hayvan özgürlüğü savunucularının sayısının artmasıyla birlikte, hayvan hakları bir mücadele alanı olarak politik bir zemine oturmaya, hayvana yönelik şiddet eylemleri münferit vakalar olarak görülmekten ziyade, toplumsal şiddetin bir parçası olarak görülmeye, daha çok gündem olmaya başladı. Hayvanların bireyliği, hakları ve özgürlüğü konuşulur, tartışılır oldu.
2011 yılında o dönemin başbakanı Recep Tayyip Erdoğan tarafından imzalanarak Meclis Başkanlığı’na sunulan, “Hayvanları Koruma Kanununda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı” hayvan hakları savunucuları tarafından “ölüm yasası” olarak tanımlandı. Hayvan hakları savunucularının taleplerinin yer almadığı tasarıda, hayvanların aleyhine olan maddeler öneriliyordu. Evlerde yaşayacak hayvan sayısının kısıtlanmasını ve tüm sokak hayvanlarının “doğal yaşamparkı” adı verilen tecrit merkezlerinde toplanması gibi öneriler içeren tasarı, sokaklarda yaşayan hayvanların kökünün kazınması anlamına geliyordu. Amacı hayvanları korumak olan bir yasada hayvanlar başlı başına sorun olarak görülüyordu. Hayvanların “insanî” yöntemlerle yok edilmesine neden olacak olan bu “Ölüm Yasası”nın geri çekilmesi talebiyle hayvan hakları savunucuları ülke çapında 2012 yılında kitlesel eylemler gerçekleştirmeye başladı. 2014 yılında Çevre Komisyonu’nun önerisiyle mevcut yasadaki “Kısırlaştır-Aşıla-Aldığın Yere Bırak” olarak bilinen 6. madde de esnetilmeye çalışıldı, sokak hayvanlarının oluşturulacak besleme noktalarına bırakılması yönünde bir madde tasarıya geçirildi. Yasa tasarısında dahi tanımlanmayan bu besleme merkezlerinin, hayvanlar için toplama istasyonları olacağını öngören hayvan hakları savunucuları, eylemlerde, sokak hayvanlarını mahalle sakinleri olarak yasal güvenceye alan 6. maddenin değişmemesini kırmızı çizgileri olarak deklare etti. Tüm protesto eylemlerine ve itirazlara rağmen, tasarı 2014 yılında Çevre Komisyonu’nda kabul edildi, ancak genel kurulda görüşülmedi ve geçersiz kaldı. Katliam tasarılarına karşı eylemler 2018 yılına kadar devam etti.
Adalet Bakanlığı’nın 2018 Ocak’ta hayvan hakları savunucularının görüşlerini almadan hazırladığı ve tüm komisyonlara ilettiği hayvanlara eziyeti önlemek amacıyla hazırlanan kanun tasarısı taslağı ile “hayvan hakları sorunu” yeniden mecliste gündeme geldi. Bu tasarıda da faillere yönelik yaptırımlar çok yetersizdi; öldürme, yaralama, tecavüz, eziyet, dövüştürme ve benzeri fiillere yönelik suçlar açıkça tanımlanmamıştı. Hayvana işkence ve tecavüz edenlere yine hapis cezası değil, sadece 2000 TL idari para cezası reva görülmüştü. Şu anda (hala değişmeyen) mevcut tasarıya göre hayvanlar sahipli ve sahipsiz olarak ayrılıyor, “sahipsiz” bir hayvana şiddet uygulayan kişilere dava açılamıyor, sadece idari para cezası kesilebiliyor. Bakanlık tasarısına göre “sahipsiz” hayvanlara yönelik şiddetin soruşturulması için “Orman ve Su İşleri Bakanlığı’ndan yazılı başvuru” şartı getirilmişti. Bu, hem kişilerin ve STK’ların şikayet hakkını engelleyecek, hem de suçların cezalandırılması keyfi uygulamalara neden olacak ve hayvanlara şiddet uygulayan belediye çalışanlarına ve kamu görevlilerine koruma sağlayacaktı. Medya sorumsuz habercilik anlayışıyla, hayvan hakları savunucularının görüşlerine yer vermeden adeta müjdeli haber vererek “hayvana şiddete hapis cezası geliyor” şeklinde manşetler atmış, “hayvansever” kesimlerin dahi yüreğini rahatlatmıştı. Oysa, hapis cezasının alt limiti 4 aydan başlıyordu, bu da Türk ceza hukuku sistemine göre, hapis cezalarının ya ertelenmesi ya da adlî para cezasına çevrilmesi demekti.
“BU KANUN HÂLÂ NEYİ BEKLİYOR?”
“Hayvana şiddete hapis cezası” söylemi, sadece toplumda infial yaratan şiddet olaylarının üzerini örtmek için verilen bir sus payına dönüşmüştü. Hayvanların hakları ülkeyi “yönetenler” tarafından sadece seçim dönemlerinde hatırlanıyordu. 2018’deki Cumhurbaşkanlığı seçimlerinde Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın, hayvan hakları yasası için “Bu kanun hâlâ neyi bekliyor?” diye sormasının ardından, Adalet Bakanlığı ile Tarım ve Orman Bakanlığı bir yasa tasarısı taslağı oluşturdu. Taslak metinin sivil toplumdan saklanıyor oluşu, yıllardır katliam içeren yasa tasarılarıyla karşı karşıya kalan ve hayvanların lehine bir yasa isteyen hak savunucularının yasama sürecinde fikirlerinin alınmaması, bu yasama çalışmasının peşini bırakmayan 350’ye yakın sivil toplum kuruluşu ve yurttaş inisiyatifini bir araya getirdi: “Hayvan Hakları Yasama İzleme Delegasyonu” kuruldu.[2] Tasarı taslağının Cumhurbaşkanlığı’na sunulduğu bilgisini alan delegasyon, ilk iş olarak, bu yasama çalışmasına sivil toplumun dâhil edilmesi talebiyle Anadolu ve Trakya’da, Türkiye’nin 70’e yakın noktasında eş zamanlı basın açıklamaları yaptı, “Katliam Yasa Tasarısına HAYIR” diyerek kitlesel eylemler örgütledi.
Cumhurbaşkanı’nın da yasanın aciliyetine vurgu yapmış olması, delegasyonun ısrarlı çabaları ve emekleri sonuç verdi, kapı aralandı, Tarım ve Orman Bakanlığı delegasyon ile görüşmeyi kabul etti. Bakanlar, bu toplantıda delegasyon temsilcilerine tasarının detayları hakkında bilgi vermedi. Delegasyon ise, bakanlığa milyonlarca kişinin talebini iletti, yasama sürecinin şeffaf olması gerektiğini, bürokratlarca hazırlanacak ve hayvan hakları savunucularının dinlenmediği bir yasayı kabul etmeyeceklerini defalarca ifade etti.
TBMM HAYVAN HAKLARI ARAŞTIRMA KOMİSYONU KURULDU
Hayvana yönelik şiddet eylemlerinin görünür bir biçimde artmasının ve cezasız kalmasının sivil toplumda infial uyandırması, adalet duygusunun sarsılması, hayvan hakları eylemlerinin artarak devam etmesi ve en sonunda meclis kapılarını zorlayan, hayvanlardan taraf olan hak savunucularının yarattığı kamuoyu baskısı ile, Şubat 2019’da bir ilk gerçekleşti; TBMM Genel Kurulu’nda, beş parti grubunun ortak önergesiyle TBMM Hayvan Haklarını Araştırma Komisyonu[3] kuruldu. 15 Mayıs 2019’da göreve başlayan 12 üye vekilin görev yaptığı komisyon, 6 AKP, 3 CHP, 1 HDP, 1 MHP ve 1 İyi Parti üyesinden oluşuyordu. Komisyon İstanbul ve Ankara’da iki hayvan barınağını ziyaret etti, Adalar’daki faytonlarda çalıştırılan atların durumlarını yerinde gözlemledi, hak ihlâlleri konusunda bilgi aldı. Hayvan Hakları Yasama İzleme Delegasyonu ile hayvan hakları örgütlerini, baroları, meslek odalarını, bürokratları ve belediye temsilcilerini dinledi. Mecliste milletvekillerine ilk defa hayvanların nasıl katledildiğini gösteren bir mezbaha videosu izletildi. “Hayvana Şiddet Suçtur” kampanyasını destekleyen 1 milyon 457 bin 512 yurttaşın imzası da Komisyon’a iletildi. Komisyon diğer yandan, hayvan hakları ile hiçbir ilgisi olmayan, hayvanlar üzerinden rant elde eden faytonları, petshopları, yunus parklarını, avcılığı savunan dernekleri, belediyelerden mobil kısırlaştırma[4] üzerinden hizmet alımı yapan şirketleri dinledi.
23 Ekim 2019’da meclis başkanlığına sunulan komisyon raporu, hayvan hakları savunucuları tarafından gelmiş geçmiş raporlar ve tasarılar arasında en kapsamlı ve haklara en çok vurgu yapan rapor olarak değerlendirildi. Bugüne dek parlamentoda gündeme getirilmemiş birçok hak ihlâllerini önlemeye yönelik önemli tavsiye kararları raporda yer aldı. Halihazırdaki kanunda “mal” olarak tanımlanan hayvanlar, Tarım ve Orman Bakanlığı’nın karşı koymalarına rağmen, bu raporda “hisleri olan canlılar” olarak tanımlandı. 2004 yılından beri yasada yer alan “hayvanla cinsel ilişki” kavramının -nihayet- “hayvanın cinsel istismarı” olarak değiştirilmesi önerildi. Raporda hayvana karşı işlenen suçların Türk Ceza Kanunu kapsamına alınması, sokakta yaşayan hayvanların yaşam hakkının garanti altına alınması, sahipli-sahipsiz ayrımının kaldırılması, yunus parklarının kapatılması, yeni hayvanat bahçelerinin yasaklanması, atlı faytonculuğun yasaklanması, kürk üretim çiftliklerinin kapatılması gibi hayvanların lehine olan pek çok tavsiye yer alıyor. Bu olumlu tavsiyelerle birlikte, bir cinayet eylemi olan avcılık, evcil hayvanların mal olarak alınıp satıldığı ve sömürüldüğü petshoplar, ‘geleneksel’ diye tanımlanan hayvan dövüşleri, hayvancılık endüstrisi, hayvan deneyleri adları altında hayvanların maruz bırakıldıkları sistematik öldürme ve işkence fiilleri komisyon tarafından göz yumulan hak ihlalleri oldu.
Çizim: Burçak Yazıcı
Bu çelişkilere rağmen, yasanın adının “Hayvanları Koruma Yasası” yerine “Hayvan Hakları Yasası” olarak değiştirilmesinin önerilmesi, bizleri koruma ve hak arasındaki farkı tartışmaya götürmesi bakımından önemli ve hayvanların haklarının tanınmaya zorlanması bakımından da umut verici.
Ekim 2019’da meclise sunulmuş olan bu rapor, aradan 15 ay geçmesine rağmen mecliste halen görüşülmüş değil. İnsanın piramitin en alt basamağına koyduğu hayvanlara sıra bir türlü gelmiyor. İnsan hakları ihlallerine sıra gelmezken hayvan haklarına mı sıra gelecek diyenler olacaktır. Şunu hatırlamakta yarar var; bazı halklar insandışılaştırılarak savaş ve soykırımlar meşru kılınır, öldürülen ve işkenceye maruz bırakılan veya sömürgeleştirilen halklara uygulanan şiddet bu “insanlıktan çıkma”, “yeteri kadar insan görülmeme”, “insan olamama” düşünceleri içselleştirilerek gerçekleştirilir. George Orwell’ın Hayvan Çiftliği kitabının önsözünde de dediği gibi: “İnsanların hayvanları sömürme biçimi ile zenginlerin işçileri sömürmesi arasında hemen hiç fark yok.” Tıpkı ataerkil düzenin erkeklere kendinden zayıf gördüğü yani “daha az insan” gördüğü kadınlar, öteki erkekler, eşcinseller, translar, çocuklar, engelliler üzerinde otorite kurması hakkını vermesi gibi. Ataerkil, kapitalist, insan merkezci sistemde insan olmayan hayvanlar da ele geçirilecek, kapatılacak, sırtından para kazanılacak bedenler olarak görülür.
Bu noktada “Hangi Hayvanların Hakları?” diye sorarak ve en başta belirttiğim insan çıkarlarımıza ve ayrıcalıklarımıza geri dönerek, filmi başa sararak tekrar bakmamızı öneriyor(um). Tüm hayvanları kapsamayan bir yasanın hayvan sömürüsünü ortadan kaldırmayacağı aşikar. En örtük ve derinlere işlemiş haliyle insan merkezciliği savunan bir toplumda, yasaların hayvan haklarını teslim edebilecek kudrette olduğunu iddia etmek de pek akıllıca olmaz. İşçileri sömürerek onlar üzerinden kar elde eden kapitalist bir patronun işçilerin haklarını savunması kadar namümkün!
PEKİ HAYVAN HAKLARI SAVUNUCULARI NEDEN YASA KONUSUNDA ISRARCI?
Yazımın girişinde bir sözüne referans verdiğim kardeşim Burak Özgüner anarşist, anti-militarist, vegan bir hayvan özgürlüğü aktivisti olarak, ömrünün son yılı olan 2019 yılını hayvan hakları yasası için mecliste geçirdi, milletvekilleriyle türcülük kavgası yürüttü. “Hayvanlar için yapacağım son şey” dediği yasanın değişmesi için verdiği mücadele, kendi yaşamının öznesi olan, duyguları olan, yaşamak isteyen canlılara insanların hiç düşünmeden bu kadar kolay şiddet uygulayamamaları içindi. Burak’ın bıraktığı yerden mücadeleye devam edenler olarak, diyoruz ki; hayvanlarla birlikte yaşayabilmek, birlikte özgürleşebilmek ancak, “herkes için adalet” talebimizde tutarlı olmakla, bu meselenin ortak bir özgürleşme meselesi olduğunu kavramakla mümkün olacak.
Tam da bu yüzden başlamamız gereken ilk mücadele kendimizle olan mücadele, insan merkezci algılarımızı ve ayrıcalıklarımızı sorgulamak, devrimi kendimizden başlatarak tüm hayvanların da insanlar gibi temel haklara sahip olduğunu önce kendimiz kabul etmek ve savunmak. Türkiye’de ayrımcılığa karşı olan herkesin, muhalif hareketlerin hayvanlar için avcılığın cinayet olduğunu, deneylerin işkence olduğunu kabul etmesi, hayvan öldürenlere, tecavüz edenlere idari veya adli para cezası verilmesine karşı çıkması gerekmiyor mu? Hayvanlar sessiz değiller, canları yanıyor, çığlık atıyorlar, sadece duymak istediğimizde duyuyoruz. Yasalar toplumun aynası olduğu gibi, zamanla topluma ayna tutma işlevi de görüyor, emsal kararların caydırıcılığı hayvanların hayatını kurtarıyor. Ne kadar hayvanın hayatını insanların ellerinden kurtarabilirsek o kadar iyi. İnsan olmayan hayvanları da adıyla, sanıyla, tek tek yaşatmak için!
Sinan Aydin Hasar ‘Hea beğenemedin mi? ‘,
tuval üzerine yağlıboya, 50 x 50 cm, 2021
YAŞAM İÇİN YASA!
Bu yazıyı yazarken; 26 Ocak’ta meclis açıldığında yasanın mecliste görüşüleceğinin sinyalleri verildi. Yakın zamanda annem Eray Özgüner’in çağrısıyla bir araya gelen -benim de dahil olduğum- hak savunucuları tarafından Yaşam İçin Yasa Kampanyası[5] başlatıldı. Hayvanlar için merhamet değil adalet talebiyle, göstermelik düzenlemeleri kabul etmeyeceğimizi duyurarak başlattığımız Yaşam İçin Yasa İnisitiyatifi ortak bir mücadele hattı yaratmayı hedefliyor, tüm hak savunucularını hayvanların bastırılan seslerini hep birlikte yükseltmeye çağırıyor. Evet bu uzun soluklu bir mücadele, her gelen yasadan sonra daha iyisi için mücadele devam edecek. Hayvan Hakları Yasası’nın taleplerimiz doğrultusunda çıkması için verdiğimiz mücadeleye ses verin, omuz verin. İnsanlar gibi, aramıza koca koca setler çekilen insan olmayan hayvanların yaşam hakları da ortak tasamız olsun.
- Kapak çizimi: Aslı Alpar
1 https://www.e-skop.com/skopbulten/pasajlar-hayvanlara-karsi-suc/2623
2 https://www.sivilsayfalar.org/2018/11/15/hayvan-haklari-yasama-izleme-delegasyonu-kuruldu/
[3] Komisyonun tam adı: Hayvanların Haklarının Korunması ile Hayvanlara Eziyet ve Kötü Muamelelerin Önlenmesi İçin Alınması Gereken Tedbirlerin Belirlenmesi Amacıyla Kurulan Meclis Araştırması Komisyonu
[4] Mobil kısırlaştırma denen, ameliyat öncesi ve sonrası bakım ünitesi olmadan, yasal süre boyunca gözetimde tutulmadan yapılan operasyonlar sayısız hayvanın enfeksiyondan ölümüne neden olmuştur.